150 yıl önce bir İngiliz'in gözünden Van

TAKİP ET

Ali Çelik tarafından yazılan "150 yıl önce bir İngiliz'in gözünden Van" adlı yazı Uluslararası Tubittum Dergisinde yer aldı.

Van Gazetesi - Özel Haber -  Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde batılı ülkeler tarafından Anadolu’ya yüzlerce seyyah, arkeolog, coğrafyacı ve misyoner gönderilmiştir. 

Bunlardan bir kısmı gerçek anlamda Anadolu topraklarını tanıma ve öğrenme adına gelse de büyük çoğunluğu “casusluk” niyetiyle bölgede adeta kol gezmiştir. Görevlendirilen bu insanlar Anadolu topraklarının sosyal, siyasî, ekonomik, coğrafi, dinî, askeri ve etnik yapılarını araştırmış ve elde ettikleri verileri raporlar halinde hükümetlerine sunmuşlardır. Bu doğrultuda Anadolu’yu en ince ayrıntısına kadar öğrenen batılı devletler, şarka yönelik belirledikleri stratejilerinde bu raporlardan fazlasıyla yararlanmışlardır. 

Tarihler 93 harbinden bir yıl öncesini yani 1876 yılını gösterdiğinde bu seyyahlardan biri olan İngiliz ordusunda görevli Frederick Burnaby, yanında uşağı ile birlikte Anadolu’yu baştan sona dolaşmaya karar verir. 

Çetin kış koşullarında at sırtında çıktığı bu maceralı yolculuğunun rotasında Van şehri de bulunmaktadır. O yıllarda Avrupa kamuoyunda Osmanlı’da azınlıklar meselesi ile ilgili pek çok yanlış haber yazılmakta ve konuşulmaktadır. Burnaby de durumu yerinde görmek, söylentilerin aslını araştırmak amacıyla Anadolu’ya yolculuk yapmaya karar verir.

Yolculuğuna İstanbul'dan başlayan Burnaby, Van'a varıncaya dek yolu üzerindeki köy, kasaba ve kentlerde azınlıkların durumunu incelemiş ve değerlendirmelerde bulunmuştur. Bütün bu yolculuğunu "At sırtında Anadolu" ismiyle kitaplaştıran seyyah, yolculuğu sırasında sadece Anadolu coğrafyasında azınlıklar meselesi değil, dönemin sosyal ve günlük hayatına dair de zengin bir içerik sunuyor. Seyahati boyunca bazen ahırlarda böceğin pirenin üzerinde konaklıyor bazen de ıssız dağ başlarında soğukla mücadele ediyor. Anadolu'yu anlatırken köy ve kasabaları, savunma hatlarını, yol ve köprüleri, demiryolunun son aşamaları gibi stratejik bilgilere değiniyor. Bu bağlamda İngiliz seyyahın zor şartlar altında gerçekleştirdiği bu seyahatinden “casusluk” emaresi sezmek olağandışı kabul edilmese gerek. 

Anadolu'da uğradığı her kentte kentin ileri gelenleri tarafından karşılanan seyyah, ahalinin o dönem yaklaşan Osmanlı-Rus savaşı (93 Harbi) öncesi kapıldığı korku ve endişeyi kitabında iyi yansıtıyor. 

1877 yılının mart ayında ulaştığı Van'ı tasvir ederken şu notları kaleme alıyor:

 "Van, bir ovada yer alır, etrafı meyve bahçeleriyle çevrilidir. Yöre topraklarının çoğu ekilidir, bölgede bol miktarda mısır ve diğer tahıllar yetişir." 

Şehirdeki askeri ve mevcut top sayılarına değinen seyyah daha sonra Van kalesini görmeye gidiyor. 

Kale ile ilgili aldığı notlarda "Kale şehrin ortasında bir kayanın üzerinde, göl seviyesinden yüksekliği iki yüz metre kadardır. Van, üç taraftan şehre beş-on kilometre uzaklıktaki tepelerle çevrilidir. Dördüncü tarafında aynı adını taşıyan göl yer alır. Batı yönünde, evlerin yakınında bir bataklık bulunur. 

Dolayısıyla burası yaz aylarında çok sağlıksız bir yere dönüşür. Bölgede tifo ile diğer salgın hastalıklar yaygın haldedir" ifadelerini kullanıyor. Tifodan dolayı bir Paşa'nın ölmesinin ardından bataklığın kurutulmasına yönelik İstanbul'a çok sayıda mektup gönderildiğini ancak bugüne dek vali ile doktorların önerilerini hayata geçirmeye yönelik İstanbul'dan hiçbir adımın atılmadığına değinir. Van Kalesinin yaklaşık 100 asker barındırmaya uygun olduğunu da notlarına ekleyen seyyah, kale etrafında çok sayıda Grek ve Asur sikkeleri ile çeşitli yazıtların bulunduğunu ancak ahaliden kimsenin bunları okuyamadığını bildiriyor.


Seyyah, kentteki askeri birliklerden bahsederken Van ve bağlı kazalarında yaklaşık 2 tabur piyade ile bir batarya krupp topunun varlığından söz ediyor. Ahalinin kendisine şehrin Nadir Şah tarafından 7 yıl boyunca kuşatma altında tutulduğunu ve kalenin bu saldırılar sırasında zarar gördüğünü aktarıyor.


Yöre insanlarının, sodalı yapıya sahip Van Gölü’ndeki suyu sabun yerine kullandığını ayrıca buharlaşma yoluyla dibe çöken çözeltinin Erzurum ile İstanbul'a gönderildiğini belirtiyor.
Bölgede Rus ajanlarca kışkırtılan Ermeni gazetelerinin mevcudiyetinden bahseden seyyah, kent çarşısında İran'dan getirilmiş bol ipek, ham pamuk ve gölden çıkarılmış soda dışında görülecek pek bir şeyin olmadığını not etmiştir. Kendisine şehirde 20.000 kişinin yaşadığı bilgisi verilmesine rağmen o yapmış olduğu incelemede nüfusun 16.000’den fazla olamayacağı sonucuna varıyor. 

Kentin ileri gelenleri arasında ücret mukayesesi yapan seyyah, Van Paşasının yılda 2200 lira ücret aldığını ve ödemenin altın cinsinden yapıldığını, garnizon komutanının aylık ücretinin sadece 20 sterlin olduğunu, devletle sözleşmesi bulunan Macar bir askerin ise ayda 17 sterlin aldığını söylüyor. Genel olarak Van Paşasının ahali tarafından sevildiğini ancak saldırıları engelleme noktasında zayıf olduğunu aktarıyor.
Van’ın kuzeyine doğru yolculuğuna devam eden seyyah, daha sonra güzergahı üzerinde konakladığı yerleri defterine not ediyor. 

Gül Köyü: Yarısı Ermenilere yarısı Müslümanlara ait olan 30 haneli bir köy.
Paz Köyü: 10 haneli küçük bir Kürt köyü 
Dışıkumluköy: “Şeytana tapan bir köy”
Bendimahi ve Karahan'ın ardından en son 200 haneli bir Ermeni köyü olan Erciş'ten bahsediyor.

Burnaby, seyahatnamesinde keskin ve açık bir dil kullanmıştır. Bir şeyi övmek veya eleştirmek istediğinde bunu açıkça yazmıştır. Örneğin Anadolu insanın cömert ve misafirperverliğini övmüştür. Hatta pek çok konuda Anadolu insanından ders alınması gerektiğine vurgu yapmıştır: "Ülkemizde Türk milletinin onurunu lekeleyen, onları dünyanın bütün kötülüklerine sahip olmakla suçlayanlar, broşürler yazmayı bir kenara bırakıp biraz Anadolu'da dolaşsalar iyi ederler. 'Şeytan göründüğü kadar kötü değildir ' der eski bir söz. Kendilerini Hristiyan addeden yazarlar pek çok konuda Anadolu'daki Türklerden ders alabilirler" ifadelerini kullanmıştır.

Azınlıklar konusunda önemli tespitlerde bulunan Burnaby gittiği yerlerde özellikle Ermenilere yönelik kirli havadislerin kulaktan kulağa aktarıldığını söylüyor. Örneğin bir şehirde Ermenilerin hâl hatırını soran seyyah her seferinde biz iyiyiz ama filan yerde Ermenilere Müslümanlar tarafından zulmediliyormuş cevabını alıyor. Seyyah bahsedilen yere gittiğinde durumun anlatıldığı gibi olmadığını, pek bir sorunun oluşmadığını hatta hapishanedeki Ermenilerin nüfuslarına oranla Müslümanlardan çok daha düşük olduğunu görüyor. O şehirdeki Ermenilere de nasılsınız diye sorunca onlarda “biz iyiyiz ama duyduklarımıza göre filan şehirde/kasabada Ermenilere zulüm ediliyormuş” cevabını alıyor. 

Dönemin en gelişmiş iletişim aracı telgraf olmasına rağmen bu kadar kirli bilginin ortalıkta dolaşması beni hayrete düşürmedi değil. Özellikle dış mihraklı misyon faaliyetlerinin yoğunlaştığı XIX. yüzyıldan sonra Anadolu coğrafyasında sosyal varyasyonların oluştuğunu biliyoruz. Bu dengenin sarsılmasında büyük bir paya sahip kötü algı ve kirli havadislerin nasıl bir reaksiyona yol açacağını tarihler 1915 yılına geldiğinde daha net okuyabiliyoruz. Bu anlamda henüz Ermeniler ile Müslüman topluluklar arasında iyi komşuluk, hakkaniyetli davranma, dini değerlere saygı, ortak yaşama bilinci gibi kavramlar bozulmamışken etrafta dolaşan ve dillendirilen asılsız haberlerin ileride büyük kırılmalara yol açacağı belliydi. Müslüman idarecilerin gayrimüslim halka kötü davrandığı yalanını gittiği yer her yerde gözleriyle gören seyyah, aksine kitabının sonuna eklediği belgelerde Anadolu’daki Türk köylerine yapılan kötülüklere ilişkin istihbarat raporları var.

Seyyaha göre Türk yetkililerin en büyük kusuru, askerî konularda ağırdan almalarıdır; “Ancak onları suçlamak bir İngiliz’e düşmez. Belki de hiçbir ülke bu konularda bizden daha ihmalkâr değildir. ‘Ruslar gelmez inşallah,’ der bir Müslüman ve oturup tütün dolu çubuğunu yakar.”

İngiltere'ye döndükten sonra aldığı notları kitaplaştıran Burnaby, yayınladığı bu kitabı büyük ilgi görür ve adeta “best-seller” olur. Yakın zamanda bir yayın evi tarafından sansürsüz bir çeviriyle okuyucuya sunulan ve oldukça ilginç gözlemlerin yer aldığı At Sırtında Anadolu, “bir ‘Garplı’nın gözünden ‘Şark’ın, dinden kültüre, müzikten bâtıl inançlara kadar uzanan zengin ve renkli bir panoramasına ışık tutuyor.” 


Ali Çelik
ali.celikk@yahoo.com




 

 

Van Gölü Van Ali Çelik Frederick Burnaby