Büyük Ustamız, Aziz AYKAÇ'ın 12. Yıl Dönümü

TAKİP ET

Van'ın sevilen ve değer gören büyük usta gazeteci Aziz Aykaç'ın 12. Vefatının yıl dönümünü Van Gazetesi ailesi olarak, hüzün ve minnetle anıyoruz.

Van Haber Gazetesi ailesi olarak; Van iline büyük değer veren büyük usta Aziz AYKAÇ’ın 12. Vefatının yıl dönümünü rahmetle anıyoruz.


Memlekete ve gazetecilere yön veren Aykaç, herkesin derdine koşan, herkesin yanında olan büyük ustamızı özlemle anarak yakınlarına tekrardan başsağlığı dileriz. 


Hikmetullah Yetkin,”İlk gazetecilik mesleğine başladığımda bana çok katkı sağlayan, hemen hemen her gazetecinin yanında yer alan Van’ın çok sevilen ve değer gören büyük değerimiz Aziz Aykaç’ın 12. Vefat yıl dönümünü hüzünle ve hasretle anıyorum. Vefatının ardından çocuklarının babasının izinden gitmesi ve her bir gazetecinin yanında yer alması ayrıca onur verici oldu. Şehrivan Gazetesi medya gurubunu yöneten Yunus Emre AYKAÇ, Ömer AYKAÇ ve ailesine tekrardan Allahtan rahmet yakınlarına baş sağlığı dileriz.”

24 EYLÜL 2011 yılında babasına oğlu Ömer Aykaç tarafından yazılan o hüzün dolu yazı
 

“Bir baba olarak Aziz Aykaç”


Herkeste ayrı bir hatırası var Aziz Aykaç’ın. Şimdi bir an durup hatırlayın desem; herkes ayrı bir haliyle, ayrı bir anısıyla hatırlar onu. Kimi onu elinde küçük bir not defteri ve kalemiyle Van sokaklarında adım adım gezerken, kimi onunla saatler süren neşeli muhabbetiyle hatırlar. Kimisine göre çok neşeli ve esprili bir insandı, kimisine göre ise sert ve korkusuz. Kimi onu hep Van’ın sorunlarına çare arayan bir gazeteci olarak, kimi ise “hep bizi eleştiriyordu” cümlesiyle… Biz ailesi onu o güzel tebessümü ile akrabaları ise her türlü sıkıntılarından yardımlarına koşmasıyla hatırlayacaktır. Ne ailesi ne de okurları hiç unutmayacak onu ve hiç şüphe yok ki Aykaç, Van basının gelmiş geçmiş en renkli, en çok ses getiren simalarından biri olarak kalacak hafızalarda… O hem Van’a hem de gazetecilik mesleğine çok şey kazandırdı.


Hep gazeteci kimliğiyle tanındı, gazetesiyle gündemde kaldı Aziz Aykaç. Ama onun bir de gizli kalan bir bilinmeyeni vardı. İş hayatındaki çalışmaları, çabası, emekleri herkes tarafından biliniyordu. Peki, bir baba olarak nasıldı Aziz Aykaç?


İşte bugün böyle bir adamın oğlu olarak, böyle bir üstadın çalışanı olarak nasıl bir baba, nasıl bir patron olduğunu yazmak istedim.


Onu yakından tanıyan herkes bilir. Aykaç’ın hayatı çok çalkantılı geçmiştir. Daha çok küçük yaşta başlamış sıradan olmayan, farklı bir hayat yaşamaya. Anlattıklarından bilirim, içindeki ‘asi’ ruh daha küçükken göstermiş kendini.


Şüphesiz herkesin hayatında iniş çıkışlar olmuştur. İyi giden şeyler bozulmuştur muhakkak. Ama Aykaç’ın daha sonraki hayatında büyük değişiklikler yaratacak bu sorunlar çok erken başlamış.


Özalp ilçesinde yaşıyorduk. Babam Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürü’ydü. Şirin bir evimiz ve mutlu bir hayatımız vardı. O zamanlar Özalp belki de en küçük ilçelerden biriydi ama tam bir huzur ortamıydı. Türkiye’nin her tarafından gelmiş memurlarla o güzel ilçede tam bir mozaik oluşmuştu. Hiç olay olmayan, çok şirin bir ilçe izlenimi veriyordu. Ama, hani dedik ya, hayatta hiçbir şey aynı kalmıyordu.


Her gün mutlu uyuyup, mutlu uyandığımız bu mutluluk ilçesinde bir gün her şey değişti. Hayatımız bir gün içinde farklılaştı… Mutluluğumuz saatler içinde bozuldu. Daha neler olduğunu anlamadan, babamın bir sebepten dolayı görevinden ayrıldığını öğreniyorduk. Dolayısıyla bir zaman sonra da o güzel ilçeden ayrılmak zorunda kalıyorduk. Babamın bir işi yoktu artık ve taşındığımız Van’da bir şeyler yapmak zorundaydı. Birçok işle uğraştı. Sırf biz üzülmeyelim, o günleri hatırlamayalım, okuldaki öğrencilerden bir eksiğimiz kalmasın diye olmadık işlerde çalıştı. Belki hiç alışık olmadığı şartlarda, hiç alışık olmadığı yerlerde para kazanmak zorunda kaldı. Ama nihayetinde bize asla o eksikliği yaşatmadı.
Hayat bu, hep aynı gidecek değildi ya, çabalarının karşılığını almaya başladı babam ve ‘Aziz Giyim’ adıyla bir tekstil fabrikası açtı. Onlarca eleman istihdam etti. Gün geçtikçe büyüyen bir marka haline geldi. Nihayet her şey düzeliyordu yeniden toparlanıyordu babam.


Hani, illa bir şeyler ters gidecek ya, öyle de oluyordu. Tam bir şeyler iyi oldu derken bir gün annem gelip bizi okuldan alıyordu ve telaşla o zamanki YYÜ Araştırma Hastanesi’ne gidiyorduk. Aslında ters bir şeyler olduğunu seziyordum, hastaneye vardığımızda hastane önünde biriken gözü yaşlı ve telaşlı insanları görünce de artık gerçekten ters bir şey olduğuna emin oluyordum. Sonra da gerçeği öğreniyordum. Babam meyve toplamak için çıktığı armut ağacından düşmüş ve belindeki 17 kemiği kırılmıştı. Yine zor bir süreç bizi bekliyordu. Günlerce, haftalarca bekledik. Ameliyatlara giriyordu, tedaviler görüyordu. Ama hiç onu göremiyorduk. İyice sıkılmıştık hastanede beklemekten ama hastane serüvenimizin senelerce süreceğinden hiç haberimiz yoktu.


Fazla uzatmayalım, aylar süren bir tedaviden sonra evimize geçiyorduk. Babam yavaş yavaş toparlanıyordu ama hala yürüyemiyordu tam. Geçinmek için bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Ailenin en büyük çocuğu bendim, ben de henüz 12 yaşındaydım. Daha çok küçüktüm elimden bir şey de gelmiyordu. Annem çocukları kadar sevdiği dikiş makinalarını tek tek satmaya başlıyordu ve eksilen her bir makine için günlerce gözyaşı döküyordu. Ama babam yine aynı kararlılığıyla “Bir şey olmaz, çocuklarım bir şeyden eksik kalmasın da yine alırız” diyordu.


Biraz toparlandıktan sonra, babama gelen bir iş fırsatıyla Alanya’ya taşınma kararı alıyorduk. Gitmemizin tek sebebi iş değildi elbette. Babamın kırılan kemiklerinin kaynaması için sıcak bir memlekette yaşaması gerektiğini söylemişti doktorlar. Biz de adını dahi duymadığımız bir yere hiç sorgulamadan gidiyorduk.


Tam 5 yılımız geçti Alanya’da. İyi gelmişti bu memleket bize. Babam hem iyileşiyordu, hem de güzel bir işi vardı. Özlediğimiz o şirin ilçe dışında hayatımız neredeyse eskisi gibi olmuştu. Babam günden güne oranın da tanınmış simalarından biri olmuştu. Gün geçtikçe yeni iş alanlarında başarılı çalışmalar yapıyordu. Bunları yaparken de yine gazetecilik sevdasından vazgeçmiyor, Alanya’nın yerel gazeteleri için yazılar yazıyordu. Her şey eskisi gibiydi artık…


Ama adı Aziz Aykaç ya, rahat yaşamak ona ters bir kere. Memlekete dönmenin zamanı geldi deyip bir anda tüm kazancını, varlığını satıp Van’a dönüyordu. Memlekete geldiğimiz için sevinçli, fakat yine tam da alıştığımız bir yeri terk ettiğimiz için içimiz buruktu. Gelir gelmez bir müddet çeşitli işler yaptıktan sonra Bölge gazetesinde yazarlığa başlıyordu babam. Bir türlü içinden atamadığı gazetecilik sevgisi bu sebeple tekrar can buluyordu.
Birkaç yıl uzak kaldığı Memleketine çok kısa bir sürede tekrar alışıyor ve ardı ardına sorunları dile getirerek ses getirmeye başlıyordu Aykaç. Azizname’siyle gün be gün tanınmaya başlayan Aykaç, çıkardığı iki şiir kitabıyla da tam yer ediniyordu artık bu camiada. Sonra bir gün artık özlemini çektiği şeyi yapmanın zamanı geldiğini anlıyor ve ŞehriVan Gazetesini kuruyordu.


İşte böyle başlıyordu bizim onunla baba ve patronluk ilişkimiz. Gazeteyi kurduğumuzda ben daha Liseye yeni başlıyordum, kardeşim Yunus ise ortaokuldaydı. Tuttuğumuz soğuk büroda bir masa bir bilgisayar ve bir de babamın bir dostunun hediye ettiği telefon vardı. Gazeteyi kurduğumuzda Aziz Aykaç, Ergin Sarı, Yusuf Ziya Cansever, Feyat Erdemir ve Erdal Yıldız vardı. Gazeteyi haftalık çıkarıyorduk. Bir hafta boyunca hazırlayıp Cuma günü baskı için gazeteyi Antep’e gönderiyorduk.


Azizname’siyle Aziz Aykaç her gün daha çok tanınıyordu. Artık ŞehriVan en iyiler arasındaydı ve haftalık olmasına rağmen günlük gazetelerle yarışır durumdaydı. Yıllar süren imkânsızlık, maddi sıkıntılara rağmen hiç pes etmiyorduk ve sonunda gazetemiz bu halini alıyordu. Tabi gazetenin bu halini alması yine kolay olmuyordu. Bu süreç içinde yine onlarca ameliyat, onlarca sıkıntı ve iniş çıkış yaşıyorduk.


Yazımızın başlığı da bir baba olarak Aziz Aykaç’tı ya. İşte bu gazete sürecinde başlıyordu benim için onunla aramızda geçen ve benim aklımda kalan en güzel yıllarımız. Tam da olgunlaşıyorken, tam da bir şeyleri idrak ediyorken onunla hem baba-oğul, hem de usta-çırak oluyorduk tam anlamıyla. Okul çıkışlarında hemen gazeteye koşuyor onun kâğıda yazdığı köşe yazılarını ve haberlerini bilgisayara yazıyordum heyecanla. Cuma günleri ise tasarımcımız Erdal Yıldız’ı pür dikkat izliyor bir şeyler kapmaya başlıyordum. Gece ve gündüz sürekli onunla zaman geçiriyordum ve bu bana büyük bir mutluluk veriyordu. Aramızdaki ilişki işte farklıydı, evde farklı.


Bir baba olarak asla bize öfkelendiğini görmemişimdir onun. Hiçbir zaman kalbimizi kırmamış, hafif bir azarlamışsa da kalbi kırık göndermemiştir bizi. Gönül almayı çok iyi bilir, hata yaptığımızda da bağırıp çağırmaz, nasihat ederek hatalarımızı düzeltmemize yardımcı olurdu.


Her şeyiyle farklı bir adamdı. Gündüz karınca gibi çalışırdı. Bazen peşine takılır gideceği yerlere beni de götürmesini isterdim. Fakat en fazla 1 saat dayanabiliyordum. Hiç yorulmuyordu, hiç bitmiyordu enerjisi. En ufak şeyden haber çıkarıyordu. Biz eve geldiğimizde uzanıp hemen dinlenirdik, onun için ise iş daha yeni başlardı. Oturup sabahlara kadar yazı yazardı.


Çok şey öğrendim ondan. Yaptığı her bir şeyi merakla izliyordum ve yazdığı her yazıyı hemen açıp okuyordum. Evin dört bir yanına saran kitaplığından çıkardığı kitabı yerine koyar koymaz alır ben de bakar ne okudu diye merak ederdim.


Boş kaldığı zamanlarda çayını ve sigarasını eline alır şiirler yazar ben de tam tepesinde dikilip onu izler, yazdığı her satırı okudum.

Çok şey öğrendim ondan.
Tek söz söylemeden, hiç müdahale etmeden bir aileyi büyük bir düzenle yönetme sanatını ondan öğrendim. Hiçbir zaman bana “Şunu şöyle yap, bunu böyle yap” diyerek, ya da kafama vura vura öğretmedi bana. Hayat tarzıyla öğretti her şeyi.


En büyük sıkıntılar içinde bıkmadan usanmadan mücadele vermesinden öğrendim ben direnmeyi. Büyük borçlarla, maddi imkânsızlıklara rağmen inatla işine sarılmasından öğrendim ben sabrı ve emeğin karşılığını almayı. Tehditler, kavgalar, tartışmaların içinden çıkıp evinde hiç bir şey olmamış gibi davranmasından öğrendim ben bir aile babası olmanın güzelliğini.


Söz söylemedi ama çok şey öğretti biz çocuklarına…
Hiç patronluk yapmadı, işimize karışmadan çok şey öğretti biz çalışanlarına…
Nur içinde yat, gözün arkada kalmasın üstadım, ŞehriVan’ın emin ellerde, Aziz’name köşen yine aynı yerinde. Ailen oğluna, soyadın ailene emanet…
Mekanın Cennet olsun…”

“İyi ki doğdun üstad’ım…”
Keşke gidişin bu kadar erken olmasaydı. Keşke biraz daha kalabilseydin bizimle, yaşayacak daha çok şey, yapacak çok işimiz vardı senle. Keşke biraz daha tutabilseydin ellerimden. Ben daha küçük bir çocuktum, hayata hazırlayacaktın hani beni? Öğrenecek çok şeyim vardı. Kim öğretecek şimdi bana? Keşke ansızın çıkıp geri dönebilseydin. O kadar çok şey oldu ki sen gittikten sonra. Anlatacak çok şey… Keşke hiç gitmeseydin. Sen baba, ben hep oğul olarak kalsaydım. Her şeyi öğrettin de bir baba olmanın bu kadar zor olduğunu hiç öğretmedin bana…


Bugün bizden ayrılıp gidişinin 40’ıncı günü babamın… Ve yine bugün dünyaya gelişinin 56’ıncı yılı. Tam kırk gün oldu sessizce bizden ayrılalı… Tam 56 yıl oldu bir üstad dünyaya geleli…


Daha önce her gün bu köşeyi yazılarıyla dolduran, gündemden bir gün bile düşmeyen Azizname’nin sahibi Aziz Aykaç’ın bugün 56’ıncı doğum günü. Hep bu köşeden döktü içini, hep bu köşeden çare aradı sorunlara. Kah gürledi, kah güldürdü. Bazen kızdırdı, bazen sevindirdi. Hergün başka hayatlar, hergün başka insanlar konuk oldu. Kimler bu köşeden gelip geçmedi ki…

“Son olarak da bir üstad geçti, Aziz Aykaç geçti…”
Aralıksızca yazılan yazılara geçtiğimiz ay artık bu köşeyi doldurmaz oldu. Hiç boş kalmayan Azizname köşesi de bizim gibi Aziz’siz kaldı…


Çok uzun süre olmamıştı aslında bu amansız hastalığa yakalanalı. Daha aylar öncesine kadar yine aramızda, gazetesinin başındaydı Aziz Aykaç. Daha aylar öncesine kadar mutlu bir ailenin yıkılmaz çınarı, tek umuduydu. Daha dün gibiydi yaşanan herşey, daha dün gibiydi bir babaya sahip olmak…

Onlarca ameliyata, onlarca hastalığa direnen Aziz’imiz çabuk terketti bizi. Çok çabuk pes etti bu kez. Aslında çoktan yorgun düşmüştü hasta bedeni. Belliydi, bu yıl daha bir çökmüştü, daha bir bitkindi. Van’ı baştan başa hiç yorulmadan yürüyerek gezen, of demeden karış karış dolaşıp ekmeğini hakkıyla kazanma peşinde olan üstad yorulmaya başlamıştı sanki. Artık kilometrelerce yürüyemiyordu bir günde ve her yemekten sonra üst üste yaktığı sigarasını artık yemek yemeden yakıyordu. Sabahlara kadar yazdığı yazılarını artık tamamlamakta güçlük çekiyordu. Çabuk yorulup, çok uyuyordu. Halbuki huyu değildi, o hiç uyumazdı ki…


Kendisi de memnum değildi durumundan. Aldırış etmezdi o geçirdiği hastalıklara. Böyle çabucak yorulmak ona göre değildi. “Bu defa gerçekten hastayım” dedi Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne ilk kontrole gittiği zaman. Zaten gidişi de öylesine bir görünmek içindi, kalıcı değildi üstad. İstemeye istemeye gidip göründüğü doktorlar ‘birkaç gün dinlenmelisin’, o zamanki Devlet Hastanesi Baştabibi Öztekin Çıkman ise; “Tahlillerini alalım sen en iyisi birkaç gün bize misafir ol” demişti. İstemese de razı olmuştu yatmaya. Ama bir şartı vardı Aykaç’ın; “Yatarım ama seçimler yaklaşıyor çabuk bırakın beni…” Doktorlardan da onayı alınca fazla ısrar etmemişti birkaç gün kalmaya.


İşte böyle başlamıştı sonu ölümüne kadar varacak olan o acı dolu günler. İlk önce bir hafta kontrol edilecekti sonra bir şey yoksa taburcu edilecekti. Günler geçtikçe taburcu olma günü gecikti, günler geçtikçe hastalıklar çoğaldı. Sonra Ankara’ya sevkedildi. Amansız hastalığı öğrenmek ne kadar kötüyse, tedavi de bir o kadar olumlu geçti ilk seansta. Çabuk toparlandı hemen Van’a geldi. Evde dinlendi dostlarını, akrabalarını tekrar gördü. Biricik torunu Nupelda’yla hayat doldu, unuttu hastalığını. Sevdiklerini gördükçe iyileşti. Moralliydi üstad, bundan sonra ne kemoterapi ne o ilaçlar yıkamaz beni diyordu. “Gidip tedavimi görüp yine gelirim” diyordu. Tedavi günü geldi çattı, valizler toparlandı hazırlıklar yapıldı. Cesaretliydi, gidip çabucak geri gelmek için sabırsızdı fakat biraz buruktu bu defa. Gitmek istemiyordu. Uçağa binerken suratı asık, kalbi buruktu. Elini tuttum hemen “Çabuk gel, daha gazeteyi çok iyi yerlere götüreceğiz senle” dedim ve elini öpüp uğurladım babamı. Uçağa bindi ve gitti.


Aslında buruk gitmesi bir işaretti. İçine doğmuş gibiydi vefatı. Hiçbir zaman kaybetmediği o umudunu kaybetmesi ters giden bir şeylerin belirtisiydi. Bir gün çok rahatsızlanmış tüm akraba ve dostlarını arayıp helallik istemişti babam. Hatta bazı yakın dostlarına “Ben yarın yoğun bakıma alınıyorum, öleceğimi biliyorum, bundan korkum yok ama çocuklarım için çok üzülüyorum” demişti. Sonraki gün yoğun bakıma alınacaktı ve ben gelen telefondan sonra hemen ilk uçakla yanına Ankara’ya gidecektim. Yoğun bakıma alınmadan önce yetişemedim konuşamadım. Ama biraz ısrar ettikten sonra girip konuştum hemen kendisiyle. Çok hastaydı ama beni görünce hemen toparlanmış gibi yapıp “Neden geldin, gazeteye ne olacak, hemen geri dön bugün Van’a dedi”. Ben gazetenin durumunun iyi olduğunu sadece onu görüp gitmek için geldiğimi söyleyince sustu kafasını salladı. Çok çökmüştü üstadım. Ne ben konuşabiliyordum, ne de o; sadece yutkunduk ve ayrıldım odadan…

Tam 13 gün sürecek yoğun bakım günleri de böyle başlıyordu işte. Bu 13 gün boyunca sürekli yanında bulundum onun, sürekli konuştum, dinledim. Kalmak istemiyordu yoğun bakım odasında, sürekli çıkmak, bizimle birşeyler konuşmak istiyordu. Fakat mümkün değildi, tedavi görüyordu ve o odadan çıkamazdı. Onu en son gördüğüm hali yoğun bakımda hala ısrarla ailesini ve gazetesini sayıkladığı zamandı. Ne geride bıraktığı ailesini ne de onca emek verdiği gazetesini unutamıyordu o acı içinde dahi. İyi gelişmeler vardı, sağlığı iyiye gidiyordu. Ama yanılmışız. Ben geri dönmeliydim. 13 gün sonra Van’a dönmüştüm. İşler aksamamalıydı. Kardeşim Yunus gitmişti yerime. 14. gün daha güzel gelişmeler olmuştu. İyi haberler almıştık ondan. 15’inci gün ise ölüm haberini. Bizi terk edişinin acı haberini…


İkinci gelişi acı oldu böylelikle. Biz ölüm haberini almış olsak da onun omuzlarda geldiğini görmek istemiyorduk. Gerçeği biliyorduk ama hala onu ‘gelen yolcu’ çıkışından bekliyorduk. Gözümüz bir yandan onu getirecek olan cenaze aracında, bir yandan da çıkış kapısındaydı. O bilindik tebessümüyle çıkıp gelir bize sarılır belki diye…


Herşey bir anda olup bitmişti, ailemizin çınarının ölüm almış, bir anda kendimizi binlerce kişinin katıldığı taziye alanında bulmuştuk. Günler öncesinde telefonla konuştuğumuz insan, gözümüzün önünde toprağa veriliyordu. Daha dün elini tutup sokaklarda gezdiğimiz adam gözümüzün önünde defnediliyordu. Daha hakkını ödemeye fırsat bulamadığımız bir babaya hakkımızı helal ediyorduk…


Herkes o an aynı şeyi düşünüyordu, dillerde aynı cümle; “Daha çok erkendi…”
Elbette ki ölüm kaçınılmaz bir sondu ama biz kabullenmek istemiyorduk. O ölmedi, tedavi oluyor hâlâ Ankara’da diyorduk kendi kendimize dökülen gözyaşlarıyla ıslanan tabutunu omuzlarımızda taşırken. Onun için onlarca insan Kuranlar okurken gür sesleriyle biz hala onu arıyorduk kalabalığın içinde. Eş dost “Başınız sağolsun” deyip bizi teselli etmeye çalışırken, biz yine onu bekliyorduk başkası değil, gelsin akan gözyaşlarımızı o silsin diye…


Direndik, çabaladık, kabullenmek istemedik. Gitmediğine hep inandırdık kendimizi. Onun bizi asla yarım bırakıp gidemeyeceğini düşündüğümüzden olsa gerek hiç alışamadık onsuzluğa. Bu 40 günlük süre içinde her türlü sıkıntımızda, her mutluluğumuzda kısaca her anımızda yine onun adını andık.


Ölüm bir son değil bir başlangıçtır derler. Hem ölen, hem kalanlar için. Gerçekten de öyleymiş. Şimdi artık o yok. Onun için yeni, biz geri de kalanlar için ise ayrı bir başlangıç var. Şimdi bu hayata onsuz direnmenin vakti. Şimdi ona layık olarak, onun adını yaşatarak güzel şeyler yapma vakti.


Elbette çok şey bıraktı ardında. Elbette yapmak istediği daha çok şey vardı. Daha Van’ın çözülmesini istediği çok sorun vardı. Yine sadece gözyaşı, acılı eş ve çocuklar, büyük bir okuyucu kitlesi bırakmadı ardından Aziz Aykaç. Adını her daim yaşatacak bir hatıra bıraktı bizlere. Yıllarca bir evlat gibi bugünlere getirmeye çalıştığı ve her daim adı yaşasın istediği bir emanet bıraktı; Şehrivan adında, oğul tadında…”


Van haber , Van Gazetesi
 

Van vefat Aziz Aykaç Şehrivan Ömer AYKAÇ Yunus Emre AYKAÇ Van haber