Türkiye'de bu tarihlerde felaketlerin sırları çözüldü

TAKİP ET

18 Ağustos 1999 Gölcük depremi. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; "Türkiye'nin altı çürüktür diye Türkiye'yi terk edecek değiliz. Bu şartlar altında yaşamaya alışacağız."diyerek bütün tepkileri üzerine topladı. 

İnsanoğlu yastığa başını koyunca, ertesi gün yine aynı şekilde uyanacağını düşünür. Oysa kâinatın ve doğa’nın ona hazırladığı çeşitli sürprizler ve felaketler vardır. Dünya üzerinde tarih boyunca bir sürü felaketler gerçekleşmiştir. Mesela Nuh Tufanı, mesela İspanyol Gribi, mesela 2004 Mort’du Tsunamisi ve şu günlerde yaşadığımız korona virüs pandemisi gibi. 

KAİNAT , İNSANLARDAN ÖNCE DAVRANMIŞ 

Yaşanan tüm bu felaketler, ertesi gün ne yapacağını planlayan insanları tarihin sonsuz karanlığına uğurlamıştır. Giden herkesin hayata dair bir planı varmış ama kâinat ve felaketler bu insanlardan önce davranmış. İşte bu felaketlerden bir tanesi de Türkiye’de 17 Ağustos 1999 günü yaşanmıştır. 

KÖPEKLER HİÇ SUSMADAN ULUMAYA BAŞLAMIŞLAR

17 Ağustos 1999 günü Gölcük’te saat 03.02’de Türkiye’nin en büyük depremlerinden bir tanesi yaşanmıştır. Bu büyük felaket yaşanmadan önce aslında doğa hepimizi uyarmış. Denizde ölen balıklar, sokaklara istila eden böcekler ve fareler aslında doğa’nın hepimize birer ikazıymış. Denizde ölen balıklar birçok gazete haberine konu olmuş. Fakat hiç kimse bu uyarıları dikkate almamış ya da uyarıların ne olduğunu anlamamışlar.

MARTLAR BEBEK GİBİ ÇIĞLIK ATMIŞ

 Pusuko Üniversitesi Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsünden prof. Vatoji ikia Gölcük depreminden önce yaptığı araştırmada, depremden önce martıların bebek gibi çığlık attığını, gökyüzünde bir takım flaş gibi ışıkların belirdiğini hatta cırcır böceklerinin ve çekirgelerin ötmez olduğunu belirlemiş.

 Aslında en büyük farklılık depremden önce kedi ve köpeklerde meydana gelmiş. Köpekler hiç susmadan ulumaya başlamışlar. Kediler ise insanları ısırmaya başlamışlar. Kedi ve köpeklerde ki bu hareket değişiklikleri Gölcük ve değirmen derede depremden önce de görülmüş. 

Deprem olmadan bir hafta önce gökyüzünde görülen hareketlilik, sahil kenarında yaşayan bir aile tarafından aynen şöyle anlatılmış; 10 Ağustos gecesi ailemizle birlikte akşam yemeğinden sonra evimizin bahçesinde çay içiyorduk. Birden küçük oğlum Ahmet yanıma gelerek denizin üzerinde ışıklar olduğunu söyledi.

 Önce çocuk işte ne olabilir ki dedim. Ardından ışık benim de gözümü almaya başlayınca hemen bahçe kapısına doğru yaklaştım. “ floresan benzeri kırmızı, mavi, yeşil gibi çeşitli renklerde flaş ışımaları” görünce Allah Allah dedim. Herhalde ufo benzeri bir şeydi bu. O dönemde denize girenlerde deniz suyunun çok fazla ısındığından ve deniz suyunun çok fazlaca sıcak olduğundan bahsetmişler. 

DOĞAYI HER ZAMAN Kİ GİBİ DİNLEMEDİK

Deprem uzmanlarının yaptığı araştırmaya göre teknolojik aletlerde depremden önce bozulmaya başlamış. Özellikle telsiz ve radyo yayınlarında ki frenkas bozulmaları ve kol Saatleri’nin bozulması bunlardan bazılarıymış. Tüm bu belirtiler 1995 yılında Japonya kobe depreminden önce görülen belirtilerle birebir aynıymış.  Aslında doğa hepimizi önceden uyarmış ama biz her zaman olduğu gibi doğayı dinlememişiz. 

YILDIZLAR ÇOK BÜYÜKTÜ

Ve o an gelmiş. Deprem olmadan hemen önce penceresinden gökyüzünü seyreden Nevin Hanım gördüklerini şöyle anlatmış; gece uyku tutmadı. Salonun camından denizi seyrediyordum. Yıldızlar çok büyüktü. Sanki elimi uzatsam tutacak gibiydim adeta birbirleriyle dans ediyorlardı. Korktum. Yatağıma geçtim. Yatmadan önce okuduğum dualarımı okumaya başladım. Son duama geçmeden önce yatağımın altından sanki biri tekme atmış gibi yerimden sıçradım. Yatağı iki yandan tuttum. Gözümün ucuyla pencereden dışarı baktım. Evin arkasındaki ağaçların üstü aydınlandı. Sonra yatağım birden sallanmaya başladı. Pencereye bakarken korkudan kas katı kaldım. Ağaçlar ile daha demin yıldızları izlediğim deniz 6 kere yer değiştirdi. Bir şeyler olduğunu anladım ama ne olduğunun farkında değildim.

KİMSE NE OLDUĞUNU ANLAMAMIŞ 

Deprem 45 saniye sürmüş. Deprem ile beraber Gölcük, Değirmen dere ve Marmara bölgesinin bir kısmı büyük bir toz bulutunun etkisi altına girmiş. Artık her şey çok karanlıkmış. Sokaklarda çığlık sesleri, yığınla toz ve yıkılan binalar varmış. Kimsenin aklına deprem gelmiyormuş önce. Sokaklarda Amerika’nın Türkiye’yi bombaladığı, bir savaş çıktı haberleri yayınlanmaya başlamış. Aradan bir süre geçtikten sonra, bu kez de çeşitli dini tarikatlar kıyametin kopacağına dair davul çalarak insanları uyarmaya başlamışlar. Depremden önce sahildeki lokantalarda eğlenen, güzel vakit geçiren insanlar, deprem sırasında dolgu alanlarda ki binaların denize gitmesiyle birlikte hayatlarını kaybetmişler. Bir yandan bunlar yaşanırken diğer yandan da bir korku hâkimmiş.

HALK GECEYİ DAĞLARDA GEÇİRDİ 

Halk arasında yayılan başka bir dedikodu da tüp ışığın patlayacağı haberiymiş. Halk panik ve korku içinde bu kez dağlara doğru kaçmaya başlamış. Ve bütün geceyi halk, dağlarda geçirmiş. Gün ağırınca yaşanan felaketin büyüklüğü de ortaya çıkmış. Artık dedikodular bitmiş. Yaşanan, Türkiye’nin bu güne kadar yaşadığı en büyük depremlerden bir tanesiymiş. 

BÜTÜN İLETİŞİM AĞLARI ÇÖKTÜ

Deprem 45 saniye sürmüş. Tam 40 bin kişiyi anasında, babasından, çoluğundan, çocuğundan ayırmış. Yaşanan bu felaketin hemen ardından dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bir nane ile Türkiye’nin altı çürüktür. Türkiye’nin altı çürüktür diye Türkiye’yi terk edecek değiliz. Bu şartlarda yaşamaya alışacağız diyerek bütün tepkileri üzerine çekmiş. Öyle kötü bir sınavdan geçiyormuş ki Türkiye, bütün iletişim ağı çökmüş. Şehirlerle iletişim çökmüş. Köprüler çökmüş. Şehirler yardım isteyemez duruma gelmiş. Nasıl hareket edeceklerini bilmez duruma gelmişler. 

DEVLET SINIFTA DEPREMEDELER KİMSESİZ KALMIŞ

Dönemin Başbakanlık müşaviri Ahmet Şahap o günü şöyle anlatmış; biz valilerle Başbakan arasındaki bağlantıyı akşam 19.00’da sağlayabildik. Gölcük’teki tahribatı 11:30’da öğrenebildik. Haberleşme tüm boyutlarıyla felç olmuştu. İletişim öylesine kopmuştu ki İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, yakınlarını aramak için Adapazarı’na giderken durumu amatör bir telsizden Ankara’ya iletmişti. Yani İçişleri Bakanı gördüklerini ancak amatör bir telsiz ile Ankara’ya anlatabilmişti. Bu iletişimsizlik içinde vatandaşların iyi niyetleri de bazen çok garip, inanılması güç şeylere sebep olmuş. Gölcüğe, Kocaeli’ne ve Marmara’ya yardım götürmek isteyen insanlar trafiğin çok fazlalaşmasına ve dolayısıyla itfaiyenin, ambulansların ya da kurtarma ekiplerinin deprem yerlerine ulaşamamasına sebep olmuşlar. Yani uzun lafın kısası devlet sınıfta, depremzedeler kimsesiz kalmış. 

ŞEHRİ SARAN ÖLÜM KOKUSU

Felaketin ilk birkaç gününden sonra enkazların kaldırılması ile birlikte ölülere ulaşılmaya başlanmış. Şehri bir ölüm kokusu sarmış. Morglar dolmuş. Ölüler sokaklardaymış. Havanında sıcak olması etkisiyle Belediye şöyle bir karar almış; 18 Ağustos 1999 Radyodan bildiriyorum son durum saat 14.30 itibariyle: 3.479 öl,16.782 yaralı Belediyenin almış olduğu kararla Olimpik Buz Pateni Salonu morga dönüştürüldü. Kayıp yakınlarınız için müracaat ediniz.

Suzan Öner - Van Gazetesi - Özel araştırma - Armağan Çağlayan
 

deprem