'' Her kasabada ışık saçan bir öğretmen, bu ışığı söndürmeye çalışan bir papaz vardır'' Victor Hugo
Çin'in Vuhan kentinde ortaya çıkan ve kısa sürede dünyanın her yerine yayılan Kovid 19 salgını ülkemizde de etkisini göstererek büyük bir yayılma hızı kazandı. Vaka sayıları ciddi boyutlara ulaştığında ise artık alınması gereken önlenmler gündeme gelmeye başladı. Martın ortalarından itibaren de okullarda eğitime ara verilmesi kararı alındı ve bu ara hâlâ kısmen de olsa devam etmekte.
Eğitime ara verilmesi ile birlikte anne babaların çocuklarıyla evde imtihanı başladı. O sıralarda bu duruma atıf yapan birçok paylaşımdan dikkatimi çeken bir video dolaşıyordu sosyal medyada. Video kaydında evde çocuğuyla cebelleşen bir annenin mizahi bir yaklaşımla yetkillere okulların açılması yönünde yalvarmasına tanık olmuştuk. Aslında bu anne ile afacan oğlunun videosu her şeyi özetliyordu.
Aileler genel anlamda yaz tatilleri ve ara tatiller dışında çocuklarıyla ve onların sorunlarıyla ilgilenme görevini her zaman öğretmene yüklemişlerdir. Çünkü onların her zaman daha önemli işleri olmuştur. Veliler ilk defa bu kadar fazla bir zaman öğrencilerle yüz yüze kalmışlardır. Tabi ki bu, alışık oldukları bir durum değildi. Çocuklarını günün önemli bir kısmında öğretmene havale etme konforundan mahrum kalmışlardı. Bu, anne ve babalar için tam anlamıyla bir kâbustu.
Burdan değerlendirildiğinde toplumun öğretmene yüklediği misyonun bakıcılıktan ve biraz da kültür aktarımından ibaret olduğu net bir şekilde görülecektir, ve tabi ki sinirler gerilmeye başladı çünkü bakıcılar zorunlu olarak tatile girmişlerdi. O andan itibaren öğretmenler göze batmaya başlamışlardı.
Yaşanan süreçte özellikle sosyal medyada öğretmenlere yönelik bir nefret ve itibarsızlaştırma furyası gelişti. Öğretmen yatarak para kazanıyor, zaten 3 ay tatil yapıyorlar gibi ucuz, pespaye bir üslüpla dillendirildi hem de. Zaten toplumda, ilk öğretmen Aristo'dan bu yana öğretmenlerin yazın 3 ayını tatille geçirdiği düşünülür hep. Esasında Boşlukta kalma hissi, takdir edilebilir ki öğretmenlerin hoşnut olacağı bir durum olamazdı. Belli bir düzenleri, icra ettikleri meslekleri vardı ve her şeyden önemlisi öğretmenine bakınca gözlerinin içi gülümseyen öğrencilerinden uzak kalmışlardı. Hepsi bir tarafa zaten keyfi bir durum olmayıp bir zorunluluktan kaynaklanıyordu bütün gelişmeler. Çünkü tüm dünyayı kasıp kavuran bir salgından bahsediyorduk.
Durumun daha vahim bir yönü ise; öğretmenlerin kendi aralarında ek ders tartışması ile baş gösterdi.
Öğretmenler, ek derslerin ödenip ödenmesi konusunda işin akıbetini merak ettikleri için bir kısım meslektaşları tarafından aç gözlülükle suçlandılar. Haksız ve empatiden yoksun bir suçlamaydı.
İrdeleyemedikleri husus şu ki: bir Öğretmen veya memur beyaz eşya, mobilya vb ihtiyaçlarını karşılarken peşin alabildikleri tarih boyunca hiç rivayet edilmemiştir, genelde taksit yoluna başvururlar ve aldıkları ek ders miktarını göz önüne alarak fırın almak gibi büyük işlere kalkışabiliyorlar. Bu gelirin beklenmedik bir zamanda kesintiye uğraması, doğal olarak memur maaşıyla geçinenler için sorun teşkil edecektir. Çünkü aylık ödeme tutarlarını ona göre ayarlamak zorunda kalan insanlardan bahsediyoruz burda. Bu çok anlaşılabilir bir durum.
İşin bir diğer acı kısmı ise; Öğretmen yatıyor güruhunun, yetkili kurumları etkileme ve bu doğrultuda yönlendirebilme gücüne şahit olmamızdı. Bu söylemlerin etkisi olacak ki Öğretmenlere; beceri ve yetki alanına bakılmadan bir an önce görev verilmesi telaşına düşüldü. Oluşturulan Filyasyon ekipleri bunun bir örneğiydi. Elbette ki hiçbir öğretmen niteliği ne olursa olsun kendisine verilen görevden kaçacak ve ihmal edecek değildir. Fakat bunlar hiç bir iş yapmyorlar algısı üzerinden bir baskı ile yapılmaya çalışılırsa bundan öğretmenler başta olmak üzere toplumun tümü zarar görür.
5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü'nü bitirdiğimiz şu saatlerde tüm öğretmenlerin kısa sürede öğrencilerine kavuşmasını umut ediyoruz.