Maliye Bakanı'ndan Önemli Açıklamalar

TAKİP ET

Maliye Bakanı Naci Ağbal, 'FED'in para politikasının neden olduğu belirsizlikler, finansal kırılganlıklar, Çin ekonomisindeki yavaşlama, petrol ve emtia fiyatlarındaki düşüş, verimlilikte beklenenin altında gerçekleşen artışlar ve jeopolitik sorunlar gelişmekte olan ülkelerin büyümesini yavaşlatmıştır' dedi.

Maliye Bakanı Naci Ağbal, “FED’in para politikasının neden olduğu belirsizlikler, finansal kırılganlıklar, Çin ekonomisindeki yavaşlama, petrol ve emtia fiyatlarındaki düşüş, verimlilikte beklenenin altında gerçekleşen artışlar ve jeopolitik sorunlar gelişmekte olan ülkelerin büyümesini yavaşlatmıştır” dedi.


TBMM Genel Kurulu’nda konuşan Maliye Bakanı Ağbal, 2016 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı görüşmeleri öncesi yaptığı açıklamada, küresel ekonomik görünüme ilişkin olarak, “Küresel ekonomi kriz sonrası dönemde hala yukarı yönlü bir büyüme trendi içine girememiştir. 2003-2007 döneminde ortalama yüzde 5,1 büyüyen küresel ekonomi, krizi takip eden 2011-2015 döneminde ortalama yüzde 3,5 büyümüştür.


2014 yılında yüzde 3,4 büyüyen küresel ekonominin 2015 yılında yavaşlayarak yüzde 3,1 büyümesi beklenmektedir. Bu, kriz sonrası dönemdeki en düşük küresel büyüme oranıdır. 2016 yılında ise küresel ekonominin bir miktar hızlanarak yüzde 3,4 büyümesi öngörülmektedir. Gelişmiş ülkelerde büyüme ivme kazanmakla birlikte kriz öncesi seviyelerini yakalayamamıştır. 2003-2007 döneminde ortalama yüzde 2,8 büyüyen gelişmiş ülkeler 2011-2015 döneminde ise ortalama yüzde 1,5 büyümüştür. Kriz sonrası dönemde ABD ekonomisi büyüme açısından gelişmiş ülkeler içinde pozitif yönde ayrışmıştır. 2014 ve 2015 yıllarında yüzde 2,4 büyüyen ABD ekonomisinin 2016’da yüzde 2,6 büyümesi öngörülmektedir. Ancak Çin ekonomisindeki yavaşlama, düşük emtia fiyatları, finansal piyasalardaki kırılganlıklar, küresel ekonomideki geleceğe dönük belirsizlikler ile güçlü dolar ve işgücü piyasasındaki iyileşmenin alt göstergelerindeki olumsuzluklar ABD’de büyümenin orta vadeli görünümünün nispeten ılımlı kalacağına işaret etmektedir” ifadelerini kullandı.


Avrupa Merkez Bankasının uyguladığı parasal genişleme politikası ile Avro Bölgesinin durgunluktan çıktığını sözlerine ekleyen Ağbal, açıklamalarına şöyle devam etti:


“2014 yılında yüzde 0,9 büyüyen Avro Bölgesi’nin 2015 yılında yüzde 1,5 büyümesi öngörülmektedir. Avrodaki değer kaybı, petrol fiyatlarındaki düşüş, uygulanan genişletici para ve maliye politikası ve özel tüketimdeki canlanma büyümeyi desteklemektedir. Kriz öncesi ve sonrası dönemde küresel ekonomik büyümeye öncülük eden gelişmekte olan ülkeler ise 2014 yılından itibaren yavaşlama eğilimine girmiştir. 2011-2013 döneminde küresel büyümeye ortalama 3,1 puan katkı veren gelişmekte olan ülkelerin 2014-2016 döneminde ortalama 2,5 puan katkı vermesi beklenmektedir. 2014 yılında yüzde 4,6 büyüyen gelişmekte olan ülkelerin 2015 yılında yüzde 4, 2016 yılında ise yüzde 4,3 büyümesi öngörülmektedir. 2014 yılında yüzde 2,8 büyüyen Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkelerin 2015 yılında yüzde 1,7, 2016’da ise yüzde 2,5 büyüyeceği tahmin edilmektedir. Fed’in para politikasının neden olduğu belirsizlikler, finansal kırılganlıklar, Çin ekonomisindeki yavaşlama, petrol ve emtia fiyatlarındaki düşüş, verimlilikte beklenenin altında gerçekleşen artışlar ve jeopolitik sorunlar gelişmekte olan ülkelerin büyümesini yavaşlatmıştır. 2014 yılında yüzde 7,3 büyüyen Çin ekonomisi 2015 yılında yüzde 6,9 büyümüştür. 2016 yılında ise yüzde 6,3 büyümesi beklenmektedir. Çin ekonomisinin büyüme modelindeki değişim çabaları ve yüksek borçluluk büyümeyi sınırlandırmaktadır.


Düşük petrol fiyatları ve jeopolitik sorunlar Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri için risk oluşturmaya devam etmektedir. Düşük emtia fiyatları ise Latin Amerika ülkeleri ve diğer emtia ihracatçısı ekonomileri olumsuz etkilemektedir.”



“KÜRESEL TİCARET, KRİZ SONRASI DÖNEMDE ORTALAMA SADECE YÜZDE 3,8 BÜYÜYEBİLMİŞTİR”


Küresel talepteki yavaşlama, Fed kaynaklı belirsizlikler ile doların güçlenmesi ve artan jeopolitik risklerin son yıllarda küresel ticaret hacminin zayıflamasında etken olduğunu kaydeden Ağbal, “Küresel ticaret, kriz sonrası dönemde ortalama sadece yüzde 3,8 büyüyebilmiştir. 2015 yılında yüzde 2,6 büyümesi tahmin edilen küresel ticaret hacminin 2016 yılında yüzde 3,4 artması beklenmektedir. Bu oran kriz öncesi dönem ortalamasının yarısından azdır. Başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarında yaşanan düşüş gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde iç ve dış makroekonomik dengeleri etkilemeye devam etmektedir. Düşük petrol fiyatları, enerjide dışa bağımlılığı yüksek olan ekonomilerde enflasyon ve cari işlemler dengesi açısından olumlu katkı sağlamıştır. Ancak bu durum petrol ihracatçısı gelişmekte olan ekonomilerin makroekonomik dengelerini olumsuz etkilemektedir” dedi.


Küresel krizi takip eden dönemde beklenen iyileşmenin bir türlü gerçekleşemediğini sözlerine ekleyen Ağbal, Fed’in para politikası, Çin’de büyümenin yavaşlaması, Jeopolitik gerginliklerin devam etmesi, Avro Bölgesi’nde yavaş toparlanma, gelişmekte olan ülkelerde düşük büyüme, Emtia ihracatçısı ülkelerde talebin daralması, finansal piyasalarda dalgalanma ve varlık fiyatlarındaki düşüş ve aşırı borçlanmanın küresel büyümenin önünde engel teşkil etmesi gibi maddelerin küresel ekonomide ki risklerden bazılarının olduğunu söyledi. Ağbal, Türkiye ekonomisinin görünümü hakkında ise şu bilgileri verdi:


“Türkiye ekonomisine üç aylık dönemler itibarıyla bakıldığında küresel krizin derinleştiği 2009 yılı hariç büyümenin istikrarlı bir şekilde devam ettiği görülmektedir. Küresel kriz sonrası dönemde (2011-2015) Türkiye ortalama yüzde 4,4 büyürken aynı dönemde Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkeler ortalama yüzde 3,4 oranında büyümüştür. Türkiye ekonomisi, iki ayrı seçimin gerçekleştiği, Avro Bölgesi ekonomilerinde canlanmanın sınırlı kaldığı, yakın ticaret ortaklarımızda ve komşularımızda yaşanan sosyo-ekonomik sorunların devam ettiği, finansal oynaklıklar ve jeopolitik gerginliklerin arttığı bir ortamda, 2015’in ilk dokuz ayında yüzde 3,4 büyümüştür. 2015 yılını yüzde 4 büyüme ile kapatacağımızı öngörüyoruz. Bu oran, gelişmekte olan ülkeler için öngörülen yüzde 4 ile aynı düzeyde, gelişmekte olan Avrupa için öngörülen yüzde 3,4’ün, Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkeler için öngörülen yüzde 1,7’nin ve Latin Amerika için öngörülen yüzde eksi 0,3’ün üzerindedir.”


2015 yılı büyüme performansı ile Türkiye’nin; G20, OECD ve Avrupa Birliği ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ekonomilerden birinin olmasının beklendiğine dikkat çeken Ağbal, “2016 yılında ise siyasi istikrar ve reform iradesinin öngörülebilirliği artırması ve en büyük ticaret ortağımız olan AB’de beklenen ekonomik toparlanma sonucunda büyümenin yüzde 4,5 seviyesine ulaşmasını bekliyoruz. Bu oran, gelişmekte olan ülkeler için öngörülen yüzde 4,3’ün, gelişmekte olan Avrupa için öngörülen yüzde 3,1’in, Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkeler için öngörülen yüzde 2,5’in ve Latin Amerika için öngörülen yüzde eksi 0,3’ün üzerindedir” diye konuştu.



“2014 YILINDA YÜZDE 5,5 OLARAK GERÇEKLEŞEN CARİ AÇIĞIN MİLLİ GELİRE ORANI 2015 YILINDA YÜZDE 4,5’E GERİLEMİŞTİR”


Enflasyonun 2015 yılında Türk lirasında yaşanan değer kaybı ve gıda fiyatlarında kaydedilen yüksek oranlı artış nedeniyle hedefin üzerinde yüzde 8,8 seviyesinde gerçekleştiğini belirten Ağbal, şöyle devam etti:


“2016 yılı Ocak ayında yıllık tüketici enflasyonu yüzde 9,58 olarak gerçekleşmiştir. Bu yükselişte gıda ve hizmet grupları ile fiyatı yönetilen-yönlendirilen bazı ürünlerde Ocak ayı başında yapılan ayarlamalar etkili olmuştur. Küresel emtia fiyatlarındaki düşük seyrin devamı, sıkı para politikası, mali disiplin ve döviz kurundan kaynaklanan olumlu baz etkisiyle enflasyonun 2016 yılında yüzde 7,5’e gerilemesini bekliyoruz. Enflasyonun kademeli bir şekilde düşerek orta vadede düşük tek hanelerde istikrar kazanmasını hedefliyoruz. 2015 yılında ihracat yüzde 8,7, ithalat yüzde 14,4 oranında daralmıştır. 2014 yılında 84,6 milyar dolar olarak gerçekleşen dış ticaret açığı 2015 yılında yüzde 25,2 azalarak 63,3 milyar dolara gerilemiştir. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise yüzde 65,1’den, yüzde 69,5’e yükselmiştir. 2015 yılında Türkiye AB pazarından daha fazla pay almıştır. Cari açık, aldığımız makroihtiyati tedbirler ve başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarındaki düşüş ile önemli bir daralma sürecine girmiştir. 2014 yıl sonunda 43,6 milyar dolar olan cari açık 2015 yılında yüzde 26,1 oranında daralarak 32,2 milyar dolara gerilemiştir. 2014 yılında yüzde 5,5 olarak gerçekleşen cari açığın milli gelire oranı 2015 yılında yüzde 4,5’e gerilemiştir. Bu oranın 2016 yılında yüzde 3,9’a gerileyeceğini öngörüyoruz.”


2007 yılında 20,2 milyon kişi olan istihdamın Kasım 2015 döneminde 26,7 milyon kişiye yükseldiğini ifade eden Ağbal, “Avro Bölgesi hala kriz öncesi seviyeyi yakalayamamışken Türkiye’de istihdam 2007 yılına göre yüzde 32 oranında artmıştır. Bunun yanısıra kriz dönemi ve sonrasında uyguladığımız istihdamı artıran politikalar sayesinde son yıllarda işgücüne katılım oranları da artmaktadır. 2015 yılı Kasım ayında işgücüne katılım oranı yüzde 51,2 olarak gerçekleşmiştir. 2015 yılı Kasım ayında işsizlik oranı bir önceki yılın aynı dönemine göre 0,2 puan azalarak yüzde 10,5 olarak gerçekleşmiştir. 2015 yılında yüzde 10,2 olacağı öngörülen işsizlik oranının Program dönemi sonunda yüzde 9,6’ya düşmesini bekliyoruz. Güçlü bankacılık sistemimiz ekonomimizi dalgalanmalara karşı koruyan önemli unsurlardan bir tanesidir. Küresel ekonomideki belirsizliklere rağmen bankacılık sektörünün temel rasyoları güçlü ve sağlıklı yapısını korumaktadır. 2015 yıl sonu itibarıyla sermaye yeterlilik oranı yüzde 15,6 ile yasal sınır olan yüzde 8’in yaklaşık iki katıdır. Bankacılık sektörü aktif kalitesini de korumaya devam etmektedir. Sektörün en önemli göstergelerinden biri olan aktif toplamı 2015 yılında 2014 yılına göre yüzde 18 oranında büyüyerek 2,4 trilyon Lira olmuştur. Mali dengelerin iyileşmesi nedeniyle kamu sektörünün dış borcunun milli gelir içindeki payının, 2002 yılındaki yüzde 28’lik seviyesinden 2015 yılı üçüncü çeyreği itibarıyla yüzde 15,5’e gerilediğini görüyoruz. Özel sektör borcu içerisinde finans sektörü dışında kalan reel kesimin yani firmaların dış borcunun milli gelire oranı ise 2002 yılında yüzde 13,3 iken 2015 yılı üçüncü çeyreği itibarıyla yüzde 15,9’a çıkmıştır” açıklamasını yaptı.



“2002 YILINDA YÜZDE 74 OLAN AB TANIMLI BORÇ STOKUNUN MİLLİ GELİRE ORANINI 2015 YIL SONUNDA YÜZDE 32,6’YA İNDİRDİK”


Türkiye, 90’lı yıllarda yüksek bütçe açıklarına ve sürdürülemez bir borç yüküne maruz kaldığını kaydeden Ağbal, şunları söyledi:


“Hükümetlerimiz döneminde sağladığımız mali disiplin sayesinde Türkiye hem küresel krizde hem de sonrasında, özellikle gelişmiş ekonomilerden kamu maliyesi göstergelerinde pozitif yönde ayrışmış ve dış şoklara karşı dayanıklılığını artırmıştır. Türkiye genel devlet açığında, küresel kriz yılı olan 2009 hariç, son 11 yıldır Maastricht Kriterini sağlamıştır. 2002 yılında yüzde 10,8 olan genel devlet açığının milli gelire oranının 2015 yılında dengede gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz. 2003-2007 döneminde ortalama yüzde 2,2 olan genel devlet açığının milli gelire oranı 2011-2015 döneminde ortalama yüzde 0,5 olmuştur. 2015 yılında genel devlet açığının milli gelire oranının gelişmekte olan ülkelerde yüzde 4,3, OECD ortalamasının yüzde 3,3 ve Avro Bölgesi’nde yüzde 2 olduğu göz önüne alındığında bu performans daha çarpıcı hale gelmektedir. Diğer taraftan 2002 yılında yüzde 74 olan AB tanımlı borç stokunun milli gelire oranını 2015 yılsonunda yüzde 32,6’ya indirdik. Bu oranın 2018 yılı sonunda yüzde 29,5 olmasını hedefliyoruz. Kamu borç stokunun milli gelire oranı yüzde 115,2 olan OECD ortalamasından, yüzde 93,7 olan Avro Bölgesi ortalamasından ve hatta yüzde 44,4 olan gelişmekte olan ülkeler ortalamasından bile oldukça düşük düzeydedir. Diğer taraftan 2002 yılından bu yana kamu net borç stokunun milli gelire oranını yüzde 61,5’ten yüzde 7,6’ya düşürdük. Aynı dönemde kamu net dış borç stokunun milli gelire oranını da yüzde 25,2’den yüzde eksi 5,1’e düşürüp kamu sektörünü fazla verir hale getirdik. Ayrıca borçlanma vadelerimizi tarihi yüksek seviyelere ulaştırdık. Hükümete geldiğimizde Hazine, iç piyasalardan ortalama 9,4 ay vade ile borçlanırken bugün söz konusu vade 70,4 aya kadar uzamıştır.”


Mali disiplin sayesinde Türkiye’nin önemli kazanımlar elde ettiğini ifade eden Ağbal, “2002 yılında vergi gelirlerinin yüzde 85,7’si faiz ödemelerine giderken bugün vergi gelirlerinin sadece yüzde 13’ü faiz ödemelerine gitmektedir. Benzer şekilde 2002 yılında faiz giderlerinin bütçe içindeki payı yüzde 43,2 iken bu oranı 2015 yılında yüzde 10,5’e kadar düşürdük. Tüm bu kazanımlarla iç borçlanma maliyetlerinde önemli iyileşmeler sağladık. 2002’de yüzde 62,7 seviyesinde olan Türk lirası cinsinden sabit faizli devlet iç borçlanma senetleri faiz oranı 2016 yılı Ocak ayı itibarıyla yüzde 11,1 olmuştur. 2002 yılında yüzde 25,4 olan reel faiz oranı ise 2016 yılı Ocak ayında yüzde 3 olarak gerçekleşmiştir. Hükümetlerimiz döneminde faiz yükünü azaltarak tasarruf ettiğimiz kaynakları eğitim, sağlık, sosyal harcamalar ve yatırım harcamaları için kullandık. Mali disiplinin sürdürülmesindeki kararlılığımız Türkiye ekonomisini olumsuz dış şoklara karşı dirençli kılan temel unsurlardan biri olmuştur. Küresel belirsizliklerin yüksek olduğu mevcut konjonktürde bu kazanımların korunarak daha da ileriye götürülmesi büyük önem taşımaktadır” dedi.



“TÜRKİYE’DEKİ GELİR DAĞILIMINI İYİLEŞTİRDİK”


Türkiye’nin dolar bazında kişi başına milli gelirini 2002-2015 döneminde 2,7 katına çıkardıklarına vurgu yapan Ağbal, “Satın alma gücü paritesine göre de kişi başına milli gelir 2008 yılında 15 bin dolar iken 2015 yılında 20 bin doları aşmıştır. Türkiye’deki gelir dağılımını iyileştirdik. Gelir dağılımındaki adaleti ölçen Gini katsayısı 2002 yılında 0,44’ten 2014 yılında 0,38’e gerileyerek iyileşme sağlanmıştır. Aynı dönemde en zengin yüzde 10’luk kesimin ortalama gelirinin en yoksul yüzde 10’luk kesimin ortalama gelirine oranı 18,3 kattan 11,6 kata düşmüştür. Mutlak yoksulluk göstergelerinde de önemli iyileşmeler sağladık. Günlük 2,15 doların altında geçinen nüfusu, 2002 yılında yüzde 3 iken, 2014 yılı itibarıyla sıfıra indirdik. Günlük 4,3 doların altında geçinen nüfusu ise 12 yılda 28,7 puan azaltarak yüzde 1,6’ya indirdik. Kişi başı milli gelir yönünden uzun yıllar orta-alt gelir grubunda yer alan Türkiye 2003-2007 döneminde sağladığımız ortalama yüzde 6,9 büyüme sayesinde orta-üst gelir grubuna yükselmiştir” ifadelerini kullandı.


Yüksek gelirli ülkeler grubuna girebilmek amacıyla ekonomik büyümeyi artıracak yeni reformları hayata geçirmeyi hedeflediklerinin altını çizen Ağbal, “Yargı sistemimizi başta AB olmak üzere uluslararası norm ve standartları esas alarak hazırlayıp, daha önce ilan ettiğimiz yargı reform stratejisi çerçevesinde yeniden yapılandıracağız. Demokratik bir ülke olarak Türkiye, hukuk düzeniyle vatandaşlarımızın özgürlüklerini korumaya, uluslararası topluma güven vermeye, yerli ve yabancı yatırımcılar için güvenli bir liman olmaya devam edecektir. Önceki Hükümetlerimizde olduğu gibi bu Hükümetimiz döneminde de eğitim temel önceliğimiz olacaktır. 2012 yılında zorunlu eğitim süresini sekiz yıldan 12 yıla çıkardık. 25 yaş üstü nüfusta ortalama eğitim süresi 2000 yılında 5,5 yıl iken 2014 yılında 7,6 yıla çıkmıştır. Dünya Ekonomik Forumunun yükseköğretim sıralamasına göre 2008’de 144 ülke içinde 72. sıradayken 2015’te 140 ülke arasında 55. sıraya yükseldik. Hedefimiz ülkemizi eğitimde en iyi OECD ülkelerinden biri yapmak ve bölgenin çekim merkezi haline getirmektir. Meslek liselerinde özel kesimin katkısını artıracağız. Kamu-özel işbirliği ile meslek liselerini ve meslek yüksekokullarını yeniden yapılandıracağız. Mesleki ve teknik lise mezunlarının istihdamını özendireceğiz. Kadınların işgücüne ve istihdama katılımlarının önündeki engelleri kaldırıyoruz. 2005 yılında yüzde 23,3 olan kadınların işgücüne katılım oranını uyguladığımız politikalarla 8,3 puan artırarak yüzde 31,6’ya yükselttik. Çocuk bakım hizmetlerini yaygınlaştırarak, girişimciliği destekleyerek ve fırsat eşitliği yaratarak kadınların işgücüne katılımını 2018’de yüzde 35’e, 2023’te yüzde 41’e çıkarmayı hedefliyoruz. Çalışanların kazanılmış haklarını koruyarak işgücü piyasasında güvenceli esnekliği getireceğiz” diye konuştu.



“2002 YILINDA YÜZDE 0,53 OLAN AR-GE HARCAMALARININ MİLLİ GELİR İÇERİSİNDEKİ PAYINI 2014 YILINDA YÜZDE 1,01’E ÇIKARDIK”


Ar-Ge faaliyetlerini desteklemeye yönelik çalışmaların devam edeceğini kaydeden Ağbal, konuya ilişkin şu açıklamaları yaptı:


“2002 yılında yüzde 0,53 olan Ar-Ge harcamalarının milli gelir içerisindeki payını 2014 yılında yüzde 1,01’e çıkardık. Bu oranı 2018’de yüzde 1,8’e çıkarmayı hedefliyoruz. Türkiye’de sağladığımız siyasi ve mali istikrar ile yatırım ortamını iyileştirdik. Türkiye’ye gelen toplam uluslararası doğrudan yatırım tutarı 1980-2002 yılları arasında sadece 14,8 milyar dolarken 2003-2015 döneminde 165 milyar dolardır. Yurt içi tasarrufların milli gelir içindeki payını orta vadeli program dönemi sonunda yüzde 17,8’e çıkarmayı hedefliyoruz. Bireysel emeklilik sisteminde 2013 yılı Haziran ayı itibarıyla 3,6 milyon kişi olan katılımcı sayısı 2015 sonunda 6 milyon kişiye ulaşmış, sistemdeki fon büyüklüğü ise aynı dönemde yaklaşık 23,3 milyar Liradan 48 milyar Lira seviyesine çıkmıştır. Finansman imkanlarının çeşitlendirilmesi amacıyla kira sertifikasını sermaye piyasalarına kazandırdık. Bu doğrultuda yurt içinde ve yurt dışında kira sertifikası ihracını ilk defa 2012 yılında gerçekleştirdik. 2012 yılından itibaren yurt içi piyasada gerçekleştirdiğimiz 8 ayrı kira sertifikası ihracı ile toplamda 13,4 milyar Lira finansman sağladık. Aynı şekilde yurt dışı piyasadan şimdiye kadar gerçekleştirdiğimiz 3 ayrı kira sertifikası ihracı ile 3,7 milyar dolar tutarında finansman sağladık. Faizsiz finans ürün ve hizmetlerinin çeşitlendirilmesine ve yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar sürdürülecektir. Böylece 2023’te Türkiye’de katılım bankacılığının sektördeki payının yüzde 15’e çıkmasını hedefliyoruz.”


2014 Kesin Hesap Kanun Tasarısına ilişkin bazı büyüklükler hakkında da bilgi veren Ağbal, “2014 yılında bütçe giderleri 448,8 milyar Lira, milli gelire oranı yüzde 25,7, bütçe gelirleri 425,4 milyar Lira, milli gelire oranı yüzde 24,3, bütçe açığı 23,4 milyar Lira, milli gelire oranı yüzde 1,3 ve faiz dışı fazla 26,5 milyar Lira, milli gelire oranı yüzde 1,5 olarak gerçekleşmiştir. 2014 yılı bütçe gideri, tahmine göre yüzde 2,8 oranında artmıştır. Buna karşın bütçe gelirlerimiz yüzde 5,5 oranında artış göstermiştir. Bütçe açığı, tahmine göre yüzde 30 oranında azalmış, faiz dışı fazla ise yüzde 42 oranında artarak 26,5 milyar Lira olarak gerçekleşmiştir. Söz konusu veriler 2014 yılında mali disiplinden taviz verilmediğinin en önemli göstergesidir” dedi.


Daha sonra 2015 yılı Merkezi Yönetim Bütçe gerçekleşmeleri hakkında bilgi veren Ağbal, şu bilgileri verdi:


“2015 yılında; Merkezi yönetim bütçe giderleri 506 milyar Lira, faiz hariç bütçe giderleri 453 milyar Lira, merkezi yönetim bütçe gelirleri 483,4 milyar Lira, genel bütçe vergi gelirleri 407,5 milyar Lira olarak gerçekleşmiştir. Buna göre 2015 yılında merkezi yönetim bütçe açığı 22,6 milyar Lira, merkezi yönetim bütçe açığının milli gelire oranı ise yüzde 1,2 olarak gerçekleşmiştir. İktidarımız boyunca seçim dönemleri de dahil olmak üzere kararlılıkla uyguladığımız mali disipline dayalı politikalar bize bu başarıyı getirmiştir. Uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan genel devlet açığı ve genel yönetim borç stoku açısından 2015 yılı da başarılı bir yıl olmuştur. Genel devlet dengesinde son 9 yılın en iyi sonucu bu yıl gerçekleşecek ve 2015 yılında genel devlet dengede olacaktır. 2002 yılında yüzde 74 seviyesinde olan genel yönetim borç stoku ise 2015 yılında yüzde 32,6 düzeyinde gerçekleşecektir. Görüşmekte olduğumuz 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı AK Parti Hükümetlerinin 14 üncü bütçesidir. 2016 Yılı Bütçesi önümüzdeki üç yıllık dönemde sürdüreceğimiz maliye politikası hedefleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Bu hedefler; Ekonomik istikrarın desteklenmesi, büyüme potansiyelinin yukarı çekilmesi, yurt içi tasarrufların artırılarak cari açığın kontrol altında tutulması ve fiyat istikrarına yardımcı olunmasıdır.”



“FAİZ GİDERLERİNİN MİLLİ GELİRE ORANI 2002 YILINDA YÜZDE 14,8 İKEN 2016 YILINDA BU ORANIN YÜZDE 2,5 OLACAĞINI TAHMİN EDİYORUZ”


2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin özelliklerinden de bahseden Ağbal, “2016 Yılı Bütçesi, Türkiye’nin beşeri sermayesine, altyapısına, üretimine ve geleceğine kaynak ayıran bir bütçedir. Bu Bütçe, ülkemizin dört bir yanına yatırım götürecek, refahı yayacak, 79 milyona hizmet sunacak bir bütçedir. Bu Bütçe, yerinden, yurdundan koparılan muhacirlere ve mazlumlara da kol kanat geren bir bütçedir. Hükümetlerimiz döneminde uygulanan ihtiyatlı maliye politikaları ve elde edilen makroekonomik istikrar sayesinde bütçeden faize ödenen tutarlar sürekli olarak azalmıştır. 2002 yılında faiz giderlerinin bütçe içindeki payı yüzde 43,2 iken 2016 yılında bu oranın yüzde 9,8 seviyesine düşeceğini öngörüyoruz. Öte yandan faiz giderlerinin milli gelire oranı 2002 yılında yüzde 14,8 iken 2016 yılında bu oranın yüzde 2,5 olacağını tahmin ediyoruz. Benzer şekilde 2002 yılında vergi gelirlerinin yüzde 85,7’si faiz ödemelerine giderken 2016 yılında bu oranın sadece yüzde 12,2’ye gerileyeceğini öngörüyoruz. Böylece bütçe kaynaklarımızı artık faize değil vatandaşlarımıza daha kaliteli hizmet sunmak için harcıyor, eğitime, sağlığa, yatırıma daha fazla kaynak ayırıyoruz.


Bütçedeki en büyük payı yine eğitime ayırıyoruz. 2016 yılında eğitime ayırdığımız kaynağı bir önceki yıl bütçesine göre yüzde 25 oranında artırarak 109 milyar Liraya çıkarıyoruz. Yani, topladığımız verginin yaklaşık dörtte birini eğitime ayırıyoruz. YURTKUR dahil yükseköğretime merkezi yönetim bütçesinden ayırdığımız kaynağı 2002 Yılı Bütçesine göre 10 katın üzerinde bir artışla 3 milyar Liradan 33 milyar Liraya çıkarıyoruz. Yeni kurulan üniversitelerimize 2007 yılından bu yana (2016 yılı dahil) 25,5 milyar Lira kaynak ayırdık. Bu tutarın yaklaşık 10 milyar Liralık kısmı üniversite yerleşkelerinin alt ve üst yapısı için sağladığımız kaynaklardır.


2012 yılında birinci öğretim ve açık öğretimde harçları kaldırdık, 2,8 milyon öğrencimizin harçlarını merkezi yönetim bütçesinden karşılıyoruz. 2002 yılında 188 bin olan yurt kapasitesini 2015 yılında artan standartlarla birlikte 450 bine çıkarttık. Sağlık bu yıl da eğitimden sonra bütçeden en fazla pay alan ikinci harcama kalemi olmaya devam etmektedir. 2016 yılında kamu sağlık harcamalarını bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 18 oranında artırarak 95 milyar Liraya çıkartıyoruz. KÖİ modeli ile başlatmış olduğumuz şehir hastaneleri projeleri kapsamında sabit yatırım tutarı yaklaşık 27 milyar Lira olan 34 adet tam donanımlı şehir hastanesi vatandaşlarımıza hizmet verecektir. Bu projeler tamamlandıktan sonra sağlık hizmeti sunumunda yatak kapasitemize 43 bin nitelikli yatak daha ekleyeceğiz. 2016 yılında yatırım bütçesini bir önceki yıl başlangıç ödeneklerine göre yüzde 24,2 oranında artırarak yaklaşık 60,1 milyar Liraya çıkarıyoruz. 2002 yılında 8,5 yıl olan kamu yatırımlarının ortalama tamamlanma süresini 2015 yılı itibarıyla 4 yıla indirdik” ifadelerini kullandı.



“2002-2016 ŞUBAT DÖNEMİNDE AYLIK VE ÜCRETLERDE ENFLASYONUN OLDUKÇA ÜZERİNDE ARTIŞ SAĞLANMIŞTIR”


2016 Ocak ayında kamu görevlilerine yapılan iyileytirmeler hakkında ise Ağbal, şunları söyledi:


“Tüm kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklarında yüzde 6,9 oranında artış yapılmış olup, Temmuz ayında da yüzde 5 oranında artış yapılacaktır. Söz konusu artışlar sonucunda 2016 yılında kümülatif bazda yüzde 12,25 oranında artış sağlanacaktır. 2002-2016 Şubat döneminde aylık ve ücretlerde enflasyonun oldukça üzerinde artış sağlanmıştır. Nitekim 2002 yıl sonundan 2016 Şubat ayına kadar enflasyon yüzde 212 oranında artarken; Aile yardımı ödeneği dahil en düşük memur maaşı yüzde 504 artarak 2.365 Liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 94 artmıştır. Aile yardımı ödeneği dahil ortalama memur maaşı yüzde 389 artarak 2.828 Liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 57 artmıştır. Net asgari ücret yüzde 606 artarak 1.300 Liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 126 artmıştır. 65 yaş aylığı yüzde 788 artarak 217 Liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 185 artmıştır. Muhtar aylığı yüzde 1.235 artarak 1.300 Liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 328 artmıştır. Emeklilerimizin de aylıklarında önemli artışlar sağladık. 2015 yılı Temmuz ayından geçerli olmak üzere SSK ve Bağ-Kur emeklilerinden 1.000 Lira ve altında aylık alanların aylıklarını 100 Lira tutarında artırdık, aylıkları 1.000 Lira ile 1.100 Lira arasında olanların aylıklarını ise 1.100 Liraya çıkardık. Memur emekli aylıklarında 2015 yılı Eylül ayından itibaren ortalama 100 Lira tutarında, 2016 yılı Ocak ayında ise yüzde 6,9 oranında artış sağladık.2015 yılı Aralık ayında yaptığımız düzenlemeyle ise daha önce yaptığımız artıştan yararlananlar da dahil tüm SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin aylıklarında, 2016 yılı Ocak ayında yapılan yüzde 3,8 oranındaki artışa ilave olarak, 100 Liralık artış daha sağladık. Bu düzenlemelerle birlikte 2002 yıl sonuna göre 2016 yılı Şubat ayı itibarıyla; En düşük SSK emekli aylığı yüzde 403 artarak 1.292 Liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 61 artmıştır. En düşük memur emekli aylığı yüzde 330 artarak 1.618 Liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 38 artmıştır.En düşük Bağ-Kur esnaf emekli aylığı yüzde 678 artarak 1.157 Liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 149 artmıştır.En düşük Bağ-Kur çiftçi emekli aylığı yüzde 1.297 artarak 919 Liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 348 artmıştır.2002 Aralık ayında 184 Lira olan net asgari ücret yüzde 606 artışla 2016 Ocak ayında 1.300 Liraya çıkarıldı.2015 yılında 1.000 Lira olan net asgari ücretin 1.300 Lira olarak belirlenmesi sonrasında özel sektöre gelebilecek ilave maliyetleri karşılamak üzere işverene 2016 yılında çalışan başına mali destek veriyoruz. Bu desteğin kapsamına yaklaşık 11 milyon kişi girmektedir. İşverene asgari ücretten dolayı gelen ilave maliyetin yıllık yaklaşık 11,4 milyar Lirasını devlet olarak üstlenmiş olduk. Ayrıca seçim beyannamemiz ve vaatlerimiz arasında yer alan hususları da bir bir gerçekleştirdik. Bu çerçevede;Emniyet mensuplarımızın maaşlarında 151 Lira ila 452 Lira tutarında artış sağladık.Muhtar aylıklarını 1.000 Liradan 1.300 Liraya yükselttik. 2005 yılından sonra göreve başlayan yaklaşık 1 milyon 200 bin kamu çalışanımıza ilave bir derece verdik.Geçici köy korucularının ücretlerini 1.100 Liradan 1.300 Liraya yükselttik.”



“2019 YILINA KADAR 10 MİLYON DEKAR İLAVE ARAZİYİ SULANABİLİR HALE GETİRMEYİ HEDEFLİYORUZ”


Tarım sektöründe yapılan iyileştirmeler ve destekler hakkında ise Ağbal, “Tarımsal destekleri artırarak devam ettirmeyi ve aynı zamanda tarım sektöründe gerekli yapısal dönüşümleri hızla gerçekleştirmeyi amaçlıyoruz. Bu çerçevede 2016 yılı bütçemizde; 3 milyar lira hayvancılık desteklerine, 2,2 milyar lira yağlı tohumlu bitkiler prim desteğine, 1,4 milyar Lira kırsal kalkınma desteklerine, 930 milyon Lira hububat prim desteğine, 880 milyon Lira gübre desteğine, 740 milyon Lira mazot desteğine, 850 milyon Lira fındık alan bazlı gelir desteğine, 550 milyon Lira tarım ürünleri sigortası desteğine, 170 milyon Lira çay primi desteğine, 860 milyon Lira diğer destekleme hizmetlerine olmak üzere tarımsal destekler için toplam 11,6 milyar Lira kaynak ayırdık. 2015 yılı başlangıç ödeneklerine göre yüzde 16,4 oranında artış yapıyoruz. 2016 Yılı Bütçemizde tarımsal kredi sübvansiyonu, müdahale alımları ve tarımsal KİT’lerin finansmanı da dahil tarıma toplamda 15,2 milyar Liralık kaynak öngörüyoruz. Bunun yanında, gübre ve yemde KDV’yi kaldırmak suretiyle ilave 2,4 milyar Lira daha çiftçimize destek sağlayacağız. Böylece tarım sektörüne sağladığımız toplam destek tutarı 17,6 milyar Liraya yükselmiş olacaktır. Tarımsal üretim maliyetlerini düşürmek için arazi toplulaştırma çalışmalarına önem verdik. Son 10 yılda 5 milyon hektar alanda toplulaştırma çalışması yaptık. 2 milyon hektar alanda çalışmalar devam ediyor. Her yıl 1 milyon hektar araziyi toplulaştırarak 2023 yılına kadar 14 milyon hektar alanda arazi toplulaştırmasını tamamlamayı hedefliyoruz. Sulamaya açılan arazilerimizi 62,3 milyon dekara yükselttik. Yani ekonomik olarak toplam sulanabilir 85 milyon dekar arazimizin yüzde 73,3’ünü sulanabilir hale getirdik. 2019 yılına kadar 10 milyon dekar ilave araziyi sulanabilir hale getirmeyi hedefliyoruz” dedi.


2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinde, TÜBİTAK, Ar-Ge projelerine ayrılan kaynağın bir önceki yıla göre yüzde 22 artırılarak 1,2 milyar Liraya çıkarıldığına dikkat çeken Ağbal, şöyle devam etti:


“2015 yılında KOBİ destekleri için yaklaşık 350 milyon Lira ödenek tahsis etmişken 64 üncü Hükümet Programımızda söz verdiğimiz gibi bu destek tutarını yaklaşık 3 kat artırarak 2016 yılında 990 milyon Liraya çıkardık. 64 üncü Hükümet Programımız kapsamında gençlerin işgücüne hızlı bir şekilde katılımlarının sağlanması ve becerilerinin artırılması için hem genç istihdamı hem de genç girişimciliği destekliyoruz. Bu kapsamda; Kendi işini kurmak isteyen gençlerimize proje karşılığı 50 bin Liraya kadar karşılıksız nakdi destek veriyoruz. Kendi işini kurmak veya geliştirmek isteyen gençlerimize ayrıca 100 bin Liraya kadar faizsiz kredi veriyoruz. Genç çiftçilerimize proje karşılığı 30 bin Lira karşılıksız hibe desteği veriyoruz.Yeni iş kuran gençlerimize üç yıl boyunca gelir vergisi istisnası sağladık. İşbaşı eğitim programı kapsamında ilk kez iş bulan her gencimizin maaşının bir yıl boyunca devlet tarafından karşılanmasını sağladık.”


Ağbal, gelir politikası hakkında ise şu bilgileri verdi:


“Gelir politikalarımızı mali disiplini esas alarak hazırladığımız bütçe politikamızın bir parçası olarak görüyor ve buna uygun bir şekilde sürdürüyoruz. Yatırımları, üretimi ve istihdamı teşvik edecek, yurt içi tasarrufları artıracak, bölgesel gelişmişlik farklılıklarını azaltacak, ekonominin rekabet gücünü daha da geliştirecek şekilde sosyal politikalarla uyumlu olarak tasarladığımız gelir politikalarımızı 2016 yılında da sürdüreceğiz. Etkin, basit ve daha adil bir vergi sistemi oluşturulmasını, vergi mevzuatının sadeleştirilmesini ve mükellef uyumunu kolaylaştıracak bir yapıya kavuşturulmasını hedefleyen reform niteliğindeki çalışmalarda son aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Kamu finansmanını sağlam temellere dayandırmayı ve sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek amacıyla hazırladığımız Gelir Vergisi Kanunu Tasarısını Hükümet Programımızda öngördüğümüz şekilde yasalaştırmayı hedefliyoruz. Bu kapsamda; Yatırım, üretim, istihdam ve girişimciliği daha güçlü şekilde teşvik edeceğiz, vergi adaletini güçlendireceğiz, beyannameli mükellef sayısını artırarak vergi tabanını genişleteceğiz, vergiye gönüllü uyum ile kayıtlı ekonomiye geçişi hızlandıracağız.1961 yılından bu yana yürürlükte olan Vergi Usul Kanununu değişen ekonomik koşullar ve mükellef ihtiyaçları çerçevesinde yeni bir yapıya kavuşacak şekilde reforma tabi tutuyoruz. Amacımız, Vergi Usul Kanunu’nu, mükellef haklarını ön plana çıkaran, vergiye uyum maliyetini azaltan, uyuşmazlıkların kısa sürede çözülmesine imkan sağlayan, vergi cezalarını gönüllü uyumu artıracak şekilde yeniden dizayn eden, üretim ve istihdamı teşvik eden bir yapıya kavuşturmaktır. Damga Vergisi Kanunu’nu kayıtlı ekonomiye geçişin hızlandırılması, yatırım, üretim ve ticari işlemler üzerindeki yüklerin azaltılması suretiyle ekonomik aktivitelerin daha da canlandırılması amacıyla gözden geçiriyoruz.”



“ÜÇÜNCÜ ÇOCUK İÇİN YÜZDE 5 OLAN ASGARİ GEÇİM İNDİRİMİ ORANINI 2015 YILINDA YÜZDE 10’A ÇIKARDIK”


Gelir vergisi tarifesinde yapılan değişikliklerle dilim sayısını altıdan dörde, en yüksek vergi oranını ise yüzde 49,5’ten yüzde 35’e indirdiklerine vurgu yapan Ağbal, “En alt dilimdeki gelir vergisi oranını da yüzde 22’den yüzde 15’e indirdik. Yaptığımız bu düzenlemelerle Hükümetlerimiz döneminde evli ve iki çocuklu ortalama bir ücretlinin ödediği gelir vergisinin brüt ücrete oranı yüzde 15,1’den yüzde 10,7’ye düşürülmüş, ortalama ücret üzerindeki vergi yükü ise 5,9 puan azalarak 2014 yılında yüzde 36,8 olmuştur. Böylece, OECD ülkeleri arasında istihdam üzerindeki en yüksek vergi yükü sıralamasında 2002 yılında 2. sırada yer alan ülkemiz 8. sıraya gerilemiştir. 2008 yılında vergi sistemimize dahil ettiğimiz asgari geçim indirimi uygulaması ile çalışanların medeni ve ailevi durumlarını vergilemede dikkate alıyoruz. Üçüncü çocuk için yüzde 5 olan asgari geçim indirimi oranını 2015 yılında yüzde 10’a çıkardık. Kurumlar vergisi oranını yüzde 33’ten yüzde 20’ye indirdik. Böylelikle, OECD ülkeleri arasında kurumlar vergisi oranı en düşük 6. ülke konumuna yükseldik. Kurum kazançları üzerindeki vergi yükünü 31 puanlık indirim ile yüzde 65’den yüzde 34’e indirdik. Bu suretle vergi yükü açısından 34 OECD ülkesi arasında 2002 yılında 1. sırada yer alırken kurum kazançları üzerindeki en düşük vergi yüküne sahip 7. ülke olduk ve uluslararası rekabet gücümüzü önemli ölçüde artırdık. İşletmelerin daha güçlü bir mali yapıyla faaliyetlerini sürdürmelerine imkan sağlamak amacıyla özkaynak kullanımını teşvik ederek kredi (borç) ağırlıklı bilançodan özkaynak ağırlıklı bilanço sürecine geçmeleri yönünde çok önemli bir teşvik getirdik. Böylece işletmelerimiz yaptıkları nakdi sermaye artışları üzerinden hesapladıkları tutarın asgari yüzde 50’sini kurum kazancından indirebilmektedir” açıklamasını yaptı.



“BU SURETLE ÇİFTÇİMİZE İLAVE 2,4 MİLYAR LİRA DAHA DESTEK SAĞLADIK”


Gıda, giyim, eğitim, sağlık ve turizm gibi pek çok alanda KDV oranlarını düşürdüklerinin altını çizen Ağbal, şu ifadelere yer Verdi:


“Son olarak yemde ve gübrede KDV’yi tamamen kaldırdık. Bu suretle çiftçimize ilave 2,4 milyar Lira daha destek sağladık. Küresel ekonomik krizin başladığı 2008 yılından 2015’e kadar 21 AB üyesi ülkede KDV oranları 0,4 ila 7 puan arasında yükseltilmiş olup, 28 AB ülkesinde genel KDV oranlarının ortalaması yüzde 21,6’dır. Türkiye, genel KDV oranı bakımından Lüksemburg’dan sonra en düşük 2. orana sahip ülkedir. Yatırım teşvik sistemini 2012 yılında yaptığımız değişikliklerle daha da geliştirerek bölgesel ve sektörel teşviklerin yanısıra öncelikli, büyük ölçekli ve stratejik yatırımları da teşvik sistemine dahil ettik. Böylece yüzde 20 olan kurumlar vergisi oranını yatırımın yapıldığı bölgeye göre yüzde 2’ye kadar indirdik. Ayrıca, yapılmakta olan yatırımlara; gümrük vergisi muafiyeti, KDV istisnası ve iadesi, gelir vergisi stopajı ve faiz desteği, sosyal güvenlik işçi ve işveren prim desteği ile yatırım yeri tahsisi gibi imkanlar sağlamış olduk. Yüksek teknoloji sınıfındaki ürünlerin üretimine yönelik yatırımlar ile yenilenebilir enerjiye yönelik yatırımları da öncelikli yatırım konuları arasına aldık ve bu yatırımları 5. bölge teşviklerinden yararlandırıyoruz. 2015 ve 2016 yıllarında gerçekleştirilen yatırım harcamaları için indirimli vergi uygulamasını güçlendirerek işletme dönemi beklenmeden yatırım döneminde yararlanılabilecek vergi teşvikini artırdık. Üretim maliyetlerini azaltarak ekonominin rekabet gücünü artırmak ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi desteklemek amacıyla önemli girdi niteliği taşıyan bir kısım yatırım ve ara mallarının vadeli ithalatı üzerindeki fon yükünü kaldırdık. İmalat sanayi makine ve teçhizat yatırımlarının finansmanında kullanılan kredilerde BSMV istisnası getirdik. Yaptığımız vergisel düzenlemeler ile Türkiye, vergisel açıdan dünyadaki en rekabetçi ülkelerden biri haline gelmiştir. Ülkelerin vergi rekabetini ve tarafsızlığını ölçen Uluslararası Vergi Rekabeti Endeksine göre Türkiye 2015 yılında 34 ülke arasında en rekabetçi 9. ülke olmuştur. Söz konusu Endekste gelişmiş ülkeler arasında yer alan İngiltere 11, Almanya 17, ABD ise 32. sıradadır. Ülkemizde dolaylı vergilerin dolaysız vergilere göre yüksek olduğuna yönelik değerlendirmeler yapılmakla birlikte vergi alanındaki temel konu dolaylı vergi yükünün yüksekliği değil dolaysız vergi gelirlerinin yeterli düzeyde artmamasıdır.


Mahalli idareler ve sosyal güvenlik primleri dahil dolaysız vergi gelirlerinin milli gelir içindeki payı yüzde 16,1’dir. Bu oran yüzde 23,4’lük OECD ortalamasının 7,3 puan, AB ortalamasının da 10,3 puan altındadır. Dolaylı vergilerin milli gelir içindeki payı ise yüzde 12,7 ile OECD ortalamasının 1,6 puan üzerinde iken AB ortalamasının 0,9 puan altındadır.”


Basit usulde vergilendirilen esnaflardan yıllık 8 bin Liraya kadar olan kazançlarından gelir vergisi almadıklarını kaydeden Ağbal, “Bu uygulamamız yaklaşık 750 bin esnafımızı ilgilendirmektedir. Yeni iş kuran gençlerimizin 75 bin Liraya kadar olan kazançlarından 3 yıl boyunca gelir vergisi almayacağız. Yurt dışında ikamet eden vatandaşlarımızın pasaport harçlarını 100 avroya düşürdük. Eğitim hayatına devam eden ve 25 yaşını geçmeyen gençlerimizin yurt dışına çıkarak bilgi, görgü ve tecrübelerini artırmalarını sağlamak amacıyla pasaport harcını kaldırdık. Bölgesel gelişmişlik farklarının giderilmesi amacıyla özellikle 5 ve 6. Bölge kapsamındaki illerimize yapılacak yatırımları daha güçlü şekilde destekliyoruz. Bu bölgelerde gerçekleştirilen yatırımlar için kurumlar vergisi oranını sırasıyla yüzde 4 ve yüzde 2’ye düşürdük. 6. Bölgede yapılacak yatırımlara bölgesel teşviklerin yanısıra gelir vergisi stopaj desteği ve sigorta primi işçi hissesi desteği sağladık. Yeni yatırım teşvik sisteminin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 5 ve 6. Bölgelerde yapılması öngörülen sabit yatırım tutarı 49 milyar Lira, öngörülen istihdam ise yaklaşık 206 bin kişidir. Ücret, kira, menkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratları elde eden mükelleflerimizin beyannamelerini hızlı, kolay ve uzman yardımına ihtiyaç duymaksızın verebilmelerine imkan sağlayacak “Hazır Beyan Sistemi”ni 2016 yılı Mart ayı itibarıyla uygulamaya geçiriyoruz.


Gelir İdaresi tarafından alınan yıllık 11 milyon 200 bin muhtasar beyanname ile Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından alınan yıllık 20 milyon 400 bin Aylık Prim ve Hizmet Belgelerini birleştirme çalışmalarını da bu yıl içinde tamamlıyoruz” diye konuştu.



“2023 HEDEFLERİMİZE GÜÇLÜ VE KARARLI BİR ŞEKİLDE YÜRÜYECEĞİZ”


Önümüzdeki yıllarda da mali disiplin politikalarını uygulamaya devam edeceklerini belirten Ağbal, şunları söyledi:


“Mali disiplin, cari işlemler açığını azaltmak, enflasyonla mücadelede elimizi güçlendirmek ve sürdürülebilir büyüme potansiyelini artırmak adına önem arz etmektedir. Nitekim iki genel seçimin gerçekleştiği 2015 yılında gerek merkezi yönetim gerekse genel devlet dengesinde elde ettiğimiz başarılı sonuçlar mali disiplin konusundaki duruşumuzu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca önümüzdeki dönemde mali disiplini daha da pekiştirecek yapısal reformlara imza atmaya devam edeceğiz. Bu kapsamda Onuncu Kalkınma Planımızda yer alan “Kamu Harcamalarının Rasyonelleştirilmesi Öncelikli Dönüşüm Programı” çerçevesinde, mevcut harcama programlarını gözden geçirerek harcamaların verimliliğini artıracak, bu yolla oluşturulacak kaynağı öncelikli harcama alanlarına tahsis ederek kamu faiz dışı harcama büyüklüğünün belirli bir seviyede tutulmasını sağlayacağız. Bu yolla bir yandan bütçe giderlerimizi kontrol altında tutmayı sürdürecek bir yandan da sağlıklı kaynaklara dayalı olarak artırdığımız gelirlerimizi en iyi biçimde değerlendirerek vatandaşlarımıza kaliteli hizmet sunmaya devam edeceğiz. Son 13 yılda gerçekleştirdiğimiz reformlara ilave ikinci nesil reformları 2016 yılında da sürdürerek 2023 hedeflerimize güçlü ve kararlı bir şekilde yürüyeceğiz.”


(İHA)