Van Haber - Uluslararası Altın Madalya Ödüllü Yazar Albert Yetkin, “Sabahın henüz uyanmadığı, sokak lambalarının tembelliğe sığınarak hâlâ yanmaya devam ettiği o saatlerde, her gün aynı telaşla evden çıkıyorum. Güneşin ilk ışıkları, gökyüzünün soluk mavisine değmeden, ben çoktan yola koyulmuş oluyorum. Soluk soluğa yürürken, ayakkabılarım kaldırım taşlarına usulca çarpıyor. Hedefim belli: Saat tam 07:30’da geçen o otobüse yetişmek.Benim için bu otobüs, sıradan bir ulaşım aracı değildi. O, bir mahallenin aynası, bir toplumun kesiti… İçinde hayatın her kesiminden yüzler var. Kimisi işine gidiyor, kimisi hastaneye, kimisi belki de nereye gittiğini bile bilmeden binmiş. TOKİ evlerinden çıkan bu insanlar, sanki ülkenin dört bir yanından bir araya toplanmış gibiler. Herkesin yüzünde başka bir hikâye; kimi mahzun, kimi yorgun, kimi yılgın… Ve ben, bu hikâyelerin arasındaki “hoca”yım. En azından öyle diyorlar. otobüs durağında kimi zaman geç kalıyorum; kimi zaman da fazla erken gelip o eski demir bankta oturup sabahın sessizliğini dinliyorum. Otobüs geldiğinde, motorun homurtusuyla beraber gün resmen başlıyor benim için.Zamanla otobüsün müdavimi olanlar beni tanıdı. Kimisi “Hocam nasılsın?”, kimisi “Hocam dün akşamki haberleri gördün mü?” diye sesleniyor. Bu hitap, ilk başta bir tebessüm bıraksa da yüzümde, zamanla içimde bir yük gibi büyümeye başladı. Çünkü “hocam” dediklerinde, ister istemez bir vaaz kürsüsünde, elinde kitap, ağzında nasihat cümleleriyle ayakta duran bir adam gibi hissediyorum kendimi. Oysa ben de herkes gibi bir yolcuyum. Tıpkı şoföre “kaptan” deyip, sanki bir otobüs değil de koca bir gemiyi yönetiyormuş gibi hissettirmemiz gibi... Yavaş yavaş kelimelere takılmamayı öğreniyorum. “Hocam” yerine “öğretmenim” dense belki daha içten, daha yumuşak olurdu. Ama yine de insanların dilinden çok kalbindeki samimiyeti anlıyorum artık. Otobüse her binişimde gözüm önce boş koltuk arar. Eğer bir yer bulursam otururum; bulamazsam gözüm yaşlı yolculara kayar. Özellikle yaşlı amcaların yanına otururum. Onlarla konuşmak, geçmiş zamanın tozlu raflarında dolaşmak gibi gelir bana. Hayata dair öyle derinlikli sözler söylerler ki, bazen bir tek cümleleri kitaplara ilham olur. Anlatılan köy hikâyeleri, yazın tarlada kuruyan eller, soba üstünde pişen kestaneler, domatesin gerçek kokusu… Tüm bu ayrıntılar, modern hayatın unutturduğu şeyleri yeniden hatırlatır bana.Bir gün, yüzü yılların izleriyle dolu, cam kenarında sessizce oturan bir amcayla karşılaştım. Duruşu vakur ama gözleri yorgundu. Sanki hayattan usulca çekilmiş gibiydi.
Yanına oturdum. Sessizliği bozmak istedim: “Amca, eskiden nasıldı hayat?” dedim.
Başını bana çevirmedi. Gözlerini dışarıya dikti, uzun uzun baktı. Ardından kısık ama net bir sesle yanıt verdi: “Evladım, ben bir zamanlar on kişiye tek başıma baktım. Şimdi on kişi bir araya gelse, kendilerini zor geçindiriyor. Herkes çalışıyor, herkes koşuyor ama kimse huzur bulamıyor.”
Bir an içim titredi. Sesindeki yorgunluk, fiziksel haricinde bir tükenişin işaretiydi.
Bir umutla sordum: “Amca, çocukların büyümüş. Yanlarında kalamaz mıydın?”
Başını eğdi, dudakları hafifçe titredi: “Gittim evladım. Oğlumun yanına… Beş gün kaldım. Altıncı gün gelinimin yüzü düştü. Ne oldu demedi ama ben anladım. Oğluma da söylemedim. Deseydim, eşine kızardı. Kıyamadım. Topladım eşyamı, geldim. Şimdi burada, 1+1 küçük bir evde yaşıyorum. Sessiz, sade ama kimseye yük değilim.”
Yüreğim burkuldu. İçimden düşünmeden sordum: “Peki… Hanımınız? O sizinle değil mi?”
O an gözleri doldu. Yüzündeki çizgiler derinleşti. Bir damla yaş süzüldü yanaklarından. Konuşmaya çalıştı ama kelimeler boğazında düğümlendi. Sessiz bir bekleyişin ardından, zar zor fısıldadı: “Eşim… 2009’da vefat etti. Keşke sağ olsaydı da çocuklarıma muhtaç olmasaydım. Onun sessizliği, herkesin sesinden kıymetliydi.”
İçimde bir şey kırıldı o an. Bir kelimeye sığmayan duygular aktı içime. Ve beynimde çınlayan o tanıdık cümle: Bir anne baba on evlada bakar; on evlat, bir anne babaya bakamaz.
İşte o an bir karar aldım. Sözde değil, özde bir evlat olmalıydım. Tanısam da tanımasam da, yolda rastladığım yaşlı bir yüz, bir selamı hak ediyordu.
Bir gün bizler de yaşlanacağız. Bir otobüs koltuğunda, belki yanımıza biri oturur ve “Nasıldı eskiler?” diye sorar.
Ve o gün geldiğinde, tek ihtiyacımız olan şey belki de anlaşılmak olacak.Ey gençler; bir gün siz de aynaya bakıp babanızı, annenizi göreceksiniz. O gün geç olmadan, bugün onların yüzüne biraz daha dikkatle bakın. Çünkü vefa, bir hatırayı yaşatmakla kalmaz; insanı insan yapan özü korur.”Van – Van Haber – vanhaber – Van haberleri – Van Gazetesi – Van son dakika haber
Yanına oturdum. Sessizliği bozmak istedim: “Amca, eskiden nasıldı hayat?” dedim.
Başını bana çevirmedi. Gözlerini dışarıya dikti, uzun uzun baktı. Ardından kısık ama net bir sesle yanıt verdi: “Evladım, ben bir zamanlar on kişiye tek başıma baktım. Şimdi on kişi bir araya gelse, kendilerini zor geçindiriyor. Herkes çalışıyor, herkes koşuyor ama kimse huzur bulamıyor.”
Bir an içim titredi. Sesindeki yorgunluk, fiziksel haricinde bir tükenişin işaretiydi.
Bir umutla sordum: “Amca, çocukların büyümüş. Yanlarında kalamaz mıydın?”
Başını eğdi, dudakları hafifçe titredi: “Gittim evladım. Oğlumun yanına… Beş gün kaldım. Altıncı gün gelinimin yüzü düştü. Ne oldu demedi ama ben anladım. Oğluma da söylemedim. Deseydim, eşine kızardı. Kıyamadım. Topladım eşyamı, geldim. Şimdi burada, 1+1 küçük bir evde yaşıyorum. Sessiz, sade ama kimseye yük değilim.”
Yüreğim burkuldu. İçimden düşünmeden sordum: “Peki… Hanımınız? O sizinle değil mi?”
O an gözleri doldu. Yüzündeki çizgiler derinleşti. Bir damla yaş süzüldü yanaklarından. Konuşmaya çalıştı ama kelimeler boğazında düğümlendi. Sessiz bir bekleyişin ardından, zar zor fısıldadı: “Eşim… 2009’da vefat etti. Keşke sağ olsaydı da çocuklarıma muhtaç olmasaydım. Onun sessizliği, herkesin sesinden kıymetliydi.”
İçimde bir şey kırıldı o an. Bir kelimeye sığmayan duygular aktı içime. Ve beynimde çınlayan o tanıdık cümle: Bir anne baba on evlada bakar; on evlat, bir anne babaya bakamaz.
İşte o an bir karar aldım. Sözde değil, özde bir evlat olmalıydım. Tanısam da tanımasam da, yolda rastladığım yaşlı bir yüz, bir selamı hak ediyordu.
Bir gün bizler de yaşlanacağız. Bir otobüs koltuğunda, belki yanımıza biri oturur ve “Nasıldı eskiler?” diye sorar.
Ve o gün geldiğinde, tek ihtiyacımız olan şey belki de anlaşılmak olacak.Ey gençler; bir gün siz de aynaya bakıp babanızı, annenizi göreceksiniz. O gün geç olmadan, bugün onların yüzüne biraz daha dikkatle bakın. Çünkü vefa, bir hatırayı yaşatmakla kalmaz; insanı insan yapan özü korur.”Van – Van Haber – vanhaber – Van haberleri – Van Gazetesi – Van son dakika haber