Van, yalnızca bir şehir değil, geçmişin ve doğanın iç içe geçtiği, her taşında bir efsane saklayan büyülü bir coğrafyaydı.Güneş henüz doğarken, kentin en yüksek noktalarından biri olan Van Kalesi’ne tırmandım. Burada tarih, taşlara sinmişti. Urartuların izlerini taşıyan bu ihtişamlı yapı, zamana meydan okuyan surlarıyla göğe uzanıyordu. Aşağıya baktığımda, Van Gölü’nün maviliği ile şehrin taş binaları arasında kusursuz bir tezat oluşuyordu. Tarihin izlerini barındıran bu taşlar, Urartu hükümdarlarının fısıltılarıyla yankılanıyor gibiydi.Kale gezisinin ardından rotamı Akdamar Adası’na çevirdim. Küçük bir tekneyle ilerlerken, gölün berrak suları usulca yanlardan çekiliyor, adeta yol açıyordu. Akdamar Kilisesi, kayalıkların arasında yükselen zarif siluetiyle karşıma çıktığında nefesimi tuttum. Kilisenin taş kabartmaları, bin yıllık bir masal anlatıyordu. Efsaneye göre, burada yaşayan keşişin kızı Tamara, sevdiği delikanlıyla buluşmak için geceleri gölde ışık yakarmış. Fırtınalı bir gecede sevgilisine ulaşmaya çalışırken gölde kaybolmuş ve son nefesinde, “Ah Tamara!” diye haykırmış. İşte adanın ismi de buradan geliyordu. Hikâyesi kadar manzarası da büyüleyiciydi.Van’ın sadece tarihiyle değil, doğasıyla da bambaşka bir ruhu vardı. Muradiye Şelalesi’ne vardığımda, suyun coşkulu dansına şahit oldum. Beyaz köpükler içinde dökülen sular, çevresindeki yeşillikle kusursuz bir uyum içindeydi. Şelalenin serinliği yüzüme çarptığında, doğanın saf gücünü hissettim. Aynı zamanda, Bendimahi Çayı’nda zıplayan inci kefallerinin hikâyesini dinledim. Her yıl, üreme döneminde tatlı sulara göç eden bu balıklar, suyun akışına karşı verdikleri mücadeleyle adeta bir doğa harikası sergiliyordu. Yüzlerce balığın köpükler içinde dans edişi, hayatın direncini ve doğanın mucizelerini hatırlatıyordu.Elbette Van denilince akla ilk gelenlerden biri de kahvaltısıydı. Tarihi bir Van kahvaltı salonuna girip, sofraya kurulduğumda, önüme serilen lezzetler karşısında hayrete düştüm. Otlu peynirin keskin kokusu, sıcak lavaşın buharı, bal ve kaymağın mükemmel uyumu… Sofranın baş tacı ise kavut ve murtuğa oldu. Kavutun ağızda dağılan yapısı, murtuğanın tereyağındaki kızarmış kokusu iştahımı daha da artırdı. Her lokmada Van’ın kendine has ruhunu tadıyordum. Kahvaltının ardından demli çay eşliğinde Van Gölü manzarasını izlemek, bu şehre olan hayranlığımı katbekat artırdı.Gün batarken, göl kenarına oturdum. Güneş, Van Gölü’nün üzerinde ağır ağır süzülerek suya dokunuyordu. Kızıl ve turuncu tonlarına bürünen gökyüzü, şehre veda ederken son bir kez aydınlatıyordu. Rüzgârın taşıdığı hafif serinlik ve uzaktan gelen kaval sesi, bu anı hafızama mühürledi.
Van - Van Gezi - Van Tatil - Van Otel - Van Turizm - Van Eğlence - vanhaber - Van haberleri - Van Haber - Van Gazetesi
