Herkesin merak ettiği gibi Akdamar Adasının hikayesini sizlerle paylaşmak isteriz ama öncelikle Akdamar adasına nasıl gidilir? Akdamar Adası nerede? Akdamar Adası her saatte gidilir mi? Akdamar adasında lavabo ve cafe var mı? Akdamar adasında yemek yerleri var mı? Sorularını gezi yazımızda ele alacağız.
Van ili medeniyetler şehri olarak bilinir. Van iline gelen misafirler, diledikleri gibi gezebilir ve diledikleri gibi eğlenebilirler… Yani Türkiye’nin en büyük Van Gölüne sahip koca kalpli insanlarla dolu memleket. Her kesimden göç alan Van ilinde aşiretler yoğunluklu olarak görünse de durumlar daha da farklı olduğunu bilmekteyiz. Siyasi düşüncelerinde her kesime yer verilmiş ve bölge bölge işlenmiştir. Yani konuya girmek gerekir ise; Van iline gelmek istediğiniz de öncelikle içinizin rahat olması gerekir ve kuşkularınızı bir tarafa bırakmanız gerekir. Van ilinde 2 günlük geziniz var ama zaman probleminiz var söylüyorsanız. O zaman Van ilinin mavi boncuğunda yer alan Van Akdamar Adasına gitmenizi tavsiye ederim. EYŞAN YETKİN / Van Haber GAZETESİ
Van’da birçok kiliseye ev sahipliği yapan medeniyetler şehrinde ilk önce yapmanız gereken kendinize sahip çıkmanızdır. Kimse kimsenin hayatına, düşüncesine, eğlencesine ve yaşam şekline karışmayan bir memlekettir Van. Konuya bir türlü giremediğimin farkındayım ama sizlere daha doğru bilgi vermek için önce sizleri tanımam gerekir. Mesela; mavi rengi sever ama sarı renkleri daha çok giyersiniz. değil mi? Her neyse bir türlü konuya giremedim. Sakın! Okumaktan vazgeçmeyin! Birazdan sizlere araştırma yazısını yayını alacağım. Akdamar adası, Van’ın en çok uğrak yerlerinden biri olan ve Van ilinde 60 kilometre uzaklıkta olan bir tarihi adadır. Adada çeşitli hayvanlar ve ağaç türleri yaşamaktadır. İlkbaharın badem süslemeleri, sonbaharın yaprak dökümlerine şahitlik edecek ve filmlere konu olan efsane aşıkların yeridir. Van otogarında ister servisle gidebilir ya da kendi aracınızla Akdamar adasına gidebilirsiniz. Akdamar adasına gitmek için önce Van Gevaş ilçesinde bulunan limana gitmeniz gerekir. Akabinde ise; teknelere binerek Akdamar adasına gidebilirsiniz. Bu arada merak etmeyin! Orada tatlı su kaynağı da, aç kalmamanız için kafe ve lokantası da, hatta hediye almak için hediyelik eşyalarda mevcuttur. Şimdiden iyi gezmeler dileriz. Sizlere tarihi açıklamasını altta yazmazsam inanın içimde dert olacaktı. Akdamar adası tarihi bir ada ve birçok efsanelere de konu olmuştur.Hovhannes Tumanyan (Ermeni: Հովհաննես Թումանյան, 19 Şubat 1869 - 23 Mart 1923), Ermeni şair ve romancıdır. Eserleri genellikle Lori bölgesindeki köylülerin çetin yaşam koşullarını konu almaktadır.
Akdamar Adası (Ahtamar veya Ağtamar biçimlerinde de yazılır; Ermenice: Աղթամար Akhtamar), Türkiye'nin Van ve Bitlis illeri arasında bulunan Van Gölü'nün içinde yer alan ikinci büyük adadır.
Van'ın Gevaş ilçesi sınırları içerisinde yer alan adada Ermeniler´den kalma bir kilise bulunur. Yüzölçümü yaklaşık 163.753 metrekare[1] olan adanın toplam kıyı uzunluğu 3 kilometreyi bulmaktadır. En yüksek noktası deniz seviyesinden 1912 metre yüksekte bulunan adanın batı uçlarında yüksekliği 80 metreye ulaşan dik kayalıklar vardır.İsim Efsanesi
Adanın adının nereden geldiğine dair yaygın halk hikâyesine göre, zamanında bu adada yaşayan Ermeni baş keşişin güzelliği dillere destan Tamara adında bir kızı vardır. Adanın çevresindeki köylerde çobanlık yapan bir genç bu kıza âşık olur. Bu genç Tamara ile buluşmak için her gece adaya yüzer. Tamara ise ona gece karanlığında yerini belli etmek için onu bir fenerle bekler. Bundan haberdar olan kızın babası, fırtınalı bir gecede elinde fenerle adanın kıyısına iner ve sürekli yer değiştirerek gencin boşuna yüzüp, gücünü yitirmesine neden olur. Yüzmekten gücünü yitirip, yorulan genç çoban boğulur ve boğulmadan önce son nefesiyle "Ah Tamara!" diye haykırır. Bunu duyan kız da hemen ardından kendini gölün sularına bırakır O günden sonra ada Ah Tamara! ismi ile anlatılır. Bu hikâye Ermeni şair Hovhannes Tumanyan anlatımıyla efsaneleşmiştir.
Bu efsanenin tarihi gerçeklerle alakasının zayıf olduğu şüphesizdir. 9. yüzyıldan itibaren kaydedilmiş olan Ağtamar adının Arapça ĞMR kökünden "kabartı, tümsek" anlamına gelen bir türev olması daha kuvvetli bir olasılık olarak değerlendirilebilir.Adın Türkçeleştirilmiş biçimi olarak Akdamar kullanılmaktadır.Tarihçe
Akdamar Kilisesi
En eski kaynaklarda adanın adı, Gevaş bölgesinde hüküm süren Ermeni Rştuni sülalesine atfen Rştunik Adası olarak geçmektedir. 705 yılında Vard Rştuni'nin adada öldürülerek Rştuni beyliğine son verilmesinden sonra ada ve yöresi, daha önce Başkale'de (Ağbak) hüküm süren Ardzruni sülalesinin eline geçmiştir. 908'de I. Gagik Ardzruni bazı Ermeni ve Müslüman beyleriyle anlaşarak Gevaş'ta (Vostan) kendini Vaspuragan Kralı ilan etmiş ve bilahare başkentini adaya taşımaya karar vermiştir. I. Gagik adada halen mevcut olan kiliseden başka müstahkem bir kasaba, saray, çarşı ve liman inşa ettirmiştir. Ada üzerindeki sivil yerleşimin 16. yüzyıl başlarına kadar canlı olarak varlığını sürdürdüğü ve 1535 Osmanlı-İran Savaşı'nda tahrip edildiği anlaşılmaktadır.16. yüzyıldan sonra sivil yerleşimin bulunmadığı adada Kutsal Haç'a (Surp Khaç) adanmış bir Ermeni manastırı hayatiyetini sürdürmüştür. 19. yüzyıl sonlarında 300 civarında keşişin ikamet ettiği manastır, 1895 ve 1915 olaylarından sonra terkedilmiştir.Ermeni Kilisesinin ruhani başkanlığı olan Gatoğigosluk makamı 10. yüzyıl ortalarından 1101 yılına kadar Ahtamar Adasında bulunmuştur. Makamın 12. yüzyılda Kilikya'ya taşınmasından sonra da Ahtamar Kilisesi 19. yüzyıla dek önderlik iddiasını devam ettirmiştir..Akdamar Kilisesi
Akdamar Adasındaki Surp Haç kilisesi, Kudüs'ten İran'a kaçırıldıktan sonra 7. yüzyılda Van yöresine getirildiği rivayet edilen Hakiki Haç'ın bir parçasını barındırmak maksadıyla Kral I. Gagik'in emriyle 915-921 yıllarında Mimar Manuel tarafından inşa edilmiştir. Adanın güney doğusuna kurulmuş olan kilise, mimari açıdan Ortaçağ Ermeni sanatının en parlak eserleri arasında sayılır. Kızıl andezit taşından inşa edilmiş olan kilisenin dış cephesi, alçak rölyef şeklinde işlenmiş zengin bitki ve hayvan motifleriyle ve Kutsal Kitap'tan alınma sahnelerle bezenmiştir. Kilise bu özelliğiyle de Ermeni mimari tarihi içinde eşsiz bir konuma sahiptir.Erken tarih
Kilikya'da ilk yerleşim, Cilalı Taş Devrinde görülmektedir. Bölgenin yerleşim kayıtları, MÖ 8000'de Cilalı Taş Devrinden başlar, Tunç Devrine: MÖ 8. ve 7. binyıla; Erken Bakır döneminden: MÖ 5800; Orta Bakır dönemine (Doğuda görülen Halaf ve Ubaid kültürleriyle uyumludur): MÖ 5400–4500; Geç Bakır Çağa: MÖ 4500–3400 sürer ve Erken Tunç Çağını: I.A. Dönemi MÖ 3400–3000; I.B. Dönemi: MÖ 3000–2700; Tunç II. dönem: MÖ 2700–2400 Tunç III. dönem A-B: MÖ 2400–2000'i kapsar.Bölge, Hititler zamanında, Kizzuwatna olarak bilinmektedir. Asurlular tarafından Limonlu Çayı' ndan Kinet Höyük' e kadar uzanan Kilikia Pedias (Ovalık Kilikya) olarak adlandırılan ve günümüzde Çukurova olarak bilinen doğu bölümüne "Que", Tarsus’un batı ve kuzey bölümlerine de "Hilakku" adı verilmiştir. Bazı tarihçiler tarafından "Hilakku" nun Aramice yazılımının, Hellence’ye Kilikya olarak çevrilmiş olduğu belirtilmektedir. Homeros, İlyada'sında Çukurova'dan Bellerophontes'in gezindiği "Aleian düzlüğü" olarak bahsetmiştir.[4] Aynı zamanda İlyada'da Kilikya ve Kilikyalıların Troya'ya uzanan bir kültürün ve toplumun uzantısı olabileceğine dair işaretler bulunmaktadır. Bunların en belirgini Luvi toplumunun batıya göçerken coğrafi tanımlarını, yani Tebai (Kilikya) kullanmaya devam etmeleridir. Ayrıca Kilikya şehirlerinin Homeros tarafından anılmış olmalarıdır: Tarzu (Tarsus), Ingira (Anchiale-Mersin), Danuna-Adana, Pahri (Mopsuestia-Misis), Kundu (Kyinda, sonra Anavarza) ve Azatiwataya (Karatepe).Asur Dönemi
Kilikya, jeopolitik konumu ve doğal kaynakları nedeniyle Asur’luların gözünde MÖ 1000'li yıllardan itibaren önemli bir yer tutmaya başlamıştır. MÖ 9. yüzyıldan itibaren Asurlular tarafından bölge üzerinde egemenlik mücadelesine girilmiştir. Yerel krallıklarla yapılan zorlu mücadele sonrasında Kilikya'nın özellikle Que olarak adlandırılan bölgesi Asur egemenliğine geçmiştir. Daha sonra Bölgede zayıflayan Asur egemenliği MÖ 8. yüzyıl ortalarında yeniden tesis edilmiştir. MÖ 715' te yapılan sefer sonucunda Göksu (Kilikya)'ya kadar "Hilakku" olarak adlandırılan topraklarda Asur egemenliğine geçmiştir. Asurbanipal’in ölümünden sonra yaşanan isyanlar, İskit ve Kimmer saldırıları sonucunda Kilikya'daki Asur egemenliği sona ermiştir.Yeni Babilce’de Hume (Que) ve Pirindu (Hilakku) denen Kilikya, MÖ 590 yıllarında Babil saldırılarına uğramış, ama kesin olarak ele geçirilememiştir. Babilliler Kilikya' nın büyük bölümünü Kral Neriglissar döneminde, MÖ 557-556 yıllarında kesin olarak ele geçirmiştir. Babil İmparatorluğu' nun yıkılışından sonra Kilikya' nın içinde olduğu tüm Anadolu Pers egemenliğine geçti. Persler Kilikya' da yerli hanedanların hüküm sürmesine izin vermiş ve yerel hanedanlar otonom bir Pers Satraplığı olarak hüküm sürmeye başlamıştır. MÖ 333 yılında Kilikya toprakları Makedonya Kralı Büyük İskender’in egemenliği altına girmiştir. Büyük İskender'in ölümüyle İmparatorluk generalleri arasında bölünmüştür. Uzun yıllar süren savaşlar neticesinde Kilikya MÖ 281'de Selevkos egemenliğine geçti. Daha sonra da Kilikya'da Ptolemaios Hanedanı egemenliği görüldü. Kilikya'nın korsan yuvası haline gelmesi ve Akdeniz'de ticarete zarar vermesi Roma'yı olumsuz etkilemiş, bunun neticesinde Romalılar MÖ 102-101 yılında Kilikya’ya gelerek burayı üs olarak kullandılar. I. Mithradates savaşlarından sonra (MÖ 88-85) Kilikya bir Roma Eyaleti haline getirildi. Eyalet başta Kilikia Trakheia "Dağlık/Taşlık Kilikya" olmak üzere Pamphilia, Milyas ve Pisidia’nın bazı kısımlarını kapsamaktaydı. MÖ 64-63'te Kilikya Eyaletine "Ovalık Kilikya" olarak bilinen bölgede dahil edildi. Selevkoslar ve Roma döneminde Kilikya Helenleşmiş olup, bu dönemde birçok şehir kurulmuştur. Roma İmparatorluğu'nun bölünmesiyle Kilikya Bizans hakimiyetinde kaldı. Erken Bizans çağında Ovalık Kilikya iki ayrı eyalete bölündü. Bunlardan Cilicia Prima denen batı kısmının başkenti Tarsus, Cilicia Secunda denen doğu kısmının başkenti ise Anavarza oldu. 7. yüzyılın ortalarından itibaren Arap ve çok daha önceleri başlayan Sasani saldırılarına uğrayan bölgenin nüfusu azaldı, kentler harap oldu ve boşaltıldı. Kilikya’daki Arap hakimiyeti 965 yılında bölgenin yeniden Bizans egemenliğine geçişine kadar sürdü. Bölgenin nüfusunun arttırmak amacıyla yapılan yerleştirme politikası neticesinde Ermeniler'de bölgeye gelmiştir. Bizans döneminde 1080 yılından itibaren Ermeni beyliği olarak idare edilen bölge, 1199-1375 yılları arasında Kilikya Ermeni Krallığı egemenliğinde kaldı. 1300'lü yıllarda Çukurova' daki küçük bir bölüm hariç İlhanlı kuvvetlerince ele geçirildi. 1375 yılından sonra Kilikya bölgesi Memlûk Sultanlığı topraklarına geçti. 16. yüzyılda bölge Osmanlı topraklarına katıldı.Kilikya Ekonomisi
Kilikya bölgesi korsanlık faaliyetlerinin yoğun yaşanıldığı Akdeniz bölgesinde bölgenin tümü bundan etkilenmiş olduğu sanılmaktadır. Dağlık Kilikya bölgesinin tek geçim kaynağı olduğunu yapılan arkeolojik araştırmalar neticesinde bilinmekte. Antik bölgede korsan savaşlarında muvaffak olan Romalı General Popeius'un, kıyım bölgelerine yolun yanı sıra, Pax Romana da Kilikya'nın kıyı ve ova kesiminin yapılaşmasının önünü kapatmıştır. Kilikya'daki Roma kentlerinin İmparatorluğun diğer kentleri ile bağlantısı korunabilmiştir. Bu Artan çeşme, cadde, aquadük gibi tasarlanmış yapılar agora, tiyatro ve sütunlu cadde gibi yapılar da hizmetlerine sunulmuştur. Kilikya'nın ticari üretimine yönelik en önemli kanıt olduğu bilinmektedir. Kilikya Helenistik Dönem'den, Bizans Dönemi'ne kadar Şarap, tahin, keten, balık, balık sosu, badem, meyve-sebze, özelde balkabağı üreticisi olarak bilinirdi. Tarihin farklı evrelerinde Kilikya ticaretini ayakta tutan dinamiklerin, tarım, madencilik, ormancılık, hayvancılık olduğu söylense de, deniz ticareti bölgede önemli rol üstlenmiştir. Ormanlarla dolu Toroslar ve iç kesimdeki sert iklim koşullarında yetişen hayvan ürünleri de yerli halk tarafından farklı bir ticaret biçimi olarak uygulanmaktadır. Tarsus'taki keten işçilerinin politik bazı haklardan yoksun olduğu gözükse de gelir elde etmek için kentlerin tamamı üretime ya da ticaret bağımlı kaldığı gözükmekte.Gevaş (Kürtçe: Westan), Van'ın 13 ilçesinden birisidir.
Yüzölçümü 727,5 km² olup, denizden yüksekliği 1750 metredir. İlçe Güneydoğu Toroslar'ın bir uzantısı olan Kavuşşahap (İhtiyarşahap) dağlarının en yükseği olan Artos Dağının (3650 m) eteğinde kurulmuştur. Doğusunda Gürpınar, batısında Hizan ve Tatvan (Bitlis) İlçeleri, kuzeyinde Van Gölü, kuzeydoğusunda Edremit, güneyinde Çatak, güneybatısında da Bahçesaray ilçeleri bulunur. İl merkezine uzaklığı 40 km'dir. Sınırları içerisindeki Akdamar Adası, ilçenin en önemli turistik mekânıdır.Tarihçe
İlçe merkezinin bulunduğu verimli vadi Urartular döneminden beri yoğun yerleşime sahne olmuştur.
Eski kaynaklarda kasabanın adı Vostan, Vastan ve son olarak Vestan (1960'tan itibaren) diye geçer. Bugünkü ilçe merkezinin 20 km kadar batısında Ahtamar Adası karşısında bulunan eski kent, MS 421 yılında Sasani Devleti'nin egemenliğine giren Doğu Ermenistan'ı yöneten İran askeri valilerinin (vostikan) ikametgâhı olarak önem kazanmıştır.vanhaber
7. yüzyılda Sasani Devletinin İslam egemenliğine girmesinden sonra Vostan'da Ermeni kökenli Rştuni beyliği hüküm sürmüştür. 705 yılında diğer Ermeni beylerinin ittifak ederek Vart Rştuniyi öldürmesinden sonra bölge Başkale (Ağbak) kökenli Ardzruni hanedanının tasarrufuna geçmiştir. 908 yılında I. Gagik Ardzruni bazı Arap beylerinin de desteğiyle Vostan'da "Ermenistan kralı" olarak taç giymiş, ancak daha sonra ikametgâhını Ahtamar Adasında inşa ettiği yeni kasabaya taşımıştır. Van Gölü'nün Güney ve Doğu kıyılarına hakim olan Ardzruni beyliği 1021 yılında Bizans tarafından tasfiye edilinceye kadar varlığını sürdürmüştür.
Gevaş'ın Türk fethinden sonraki ilk iki yüzyıldaki durumu karanlıktır. Kasabanın bugünkü yerine Moğol egemenliği döneminde 1264 veya 1297 yılında taşındığına dair veriler mevcuttur. Kasaba 1380'li yıllarda Hakkâri ve Van'ı içeren bölgede güçlü bir beylik kuran İzzeddin Şîr (Kürtçe: Yezdan Şêr)'in başkenti olmuştur. 1386'da Timur'a karşı Van Kalesi'ni savunan İzzeddin Şir daha sonra sırasıyla Timur'a ve Karakoyunlu'lara bağımlı olarak beyliğini sürdürmüştür. Kasabanın en önemli tarihi anıtı olan Celme Hatun Türbesi (veya Halime Hatun Türbesi), İzzeddin Şir'in Karakoyunlu hanedanından olan eşine aittir.
Öte yandan Ahlat'ta bulunan Selçuklu mezarlığından sonra bölgenin en büyük ikinci Selçuklu mezarlığı da ilçededir.Vanhaber