Van Kalesi , yalnızca bir taş yığını değil, zamana meydan okuyan bir tanıktı. Urartuların gözbebeği olan bu ihtişamlı yapı, ovaya hâkim bir noktada yükseliyor, gölün sonsuz maviliğine göz kırpıyordu.Merdivenlerden yukarı adım adım tırmandıkça, taşların arasına sinmiş tarihi hissettim. Kalenin zirvesine vardığımda, Van Gölü tüm ihtişamıyla serilmişti gözlerimin önüne. Bir yanda uzanan şehir, diğer yanda ucu bucağı görünmeyen mavi sonsuzluk… Aşağıda, kalenin eteklerinde eski Van şehrinin kalıntıları, zamanın izlerini taşıyan birer anıttı adeta. Urartulardan Osmanlılara uzanan geniş bir tarih yelpazesi, bu taş duvarların ardında saklıydı.Kalenin zirvesinde, gökyüzüne uzanan madır bastionu dikkatimi çekti. Rivayete göre, burada hüküm süren krallar gökyüzüne daha yakın olmak için tapınaklarını en yüksek noktaya inşa etmişlerdi. Üzerindeki çivi yazıları, eski krallıkların gücünü ve ihtişamını fısıldıyordu. Kalenin burçlarından aşağı bakarken, buranın bir zamanlar savaşlara, aşklara ve ihanetlere tanıklık ettiğini düşündüm. Taşların arasına sinmiş yankılar, geçmişin fısıltıları gibiydi.Van Kalesi’nden ayrılmadan önce gün batımını izlemek istedim. Güneş, gölün üzerinde altın renginde süzülerek batarken, surların üzerine düşen kızıl ışıklar kaleye bambaşka bir atmosfer katıyordu. Gölde yavaşça süzülen balıkçılar ve uzaktan duyulan kaval sesi, anın büyüsünü tamamlıyordu.
Van sadece tarih kokan yapılarıyla değil, doğasıyla da büyülüyordu. Kaledeki yolculuğumdan sonra rotamı göl kenarına çevirdim. Van Gölü’nün kıyısında yürüyüş yaparken, sudaki hareketlilik dikkatimi çekti. Bendimahi Çayı’ndan gelen inci kefalleri, doğanın en güzel mucizelerinden birini sergiliyordu. Akıntının tersine doğru zıplayarak ilerleyen bu balıklar, göç yolculuklarında adeta suya karşı dans ediyorlardı. Bir an durup onların azmini izledim. Her sıçrayış, hayata karşı verilen bir mücadele gibiydi.Van’a gelip de kahvaltısına uğramadan olmazdı. Ertesi sabah, şehrin meşhur kahvaltıcılarından birinde, Van’ın eşsiz lezzetleriyle donatılmış bir sofraya oturdum. Tereyağında kızarmış murtuğa, otlu peynirin yoğun aroması, balla kaymağın benzersiz uyumu... Ama benim için en etkileyici tat, kavuttu. Buğdayın kavrulmasıyla yapılan bu sade ama doyurucu lezzet, geçmişten bugüne uzanan bir miras gibiydi. Çayımı yudumlarken, bu coğrafyanın kültürünü ve tarihini ne kadar derinden hissettiğimi düşündüm.Van, yalnızca bir şehir değil, geçmişin ve doğanın harmanlandığı bir masaldı. Kalesinden gölüne, balığından kahvaltısına kadar her köşesinde farklı bir hikâye gizliydi. Bu topraklara ayak basan her gezgin gibi, ben de bir parçamı burada bırakıp yola devam ettim. Ancak biliyordum ki, Van’ın rüzgârı bir gün yine beni çağıracaktı.Eyşan Yetkin

Resimle haber arasında alaka nedir anlamadım