Bireysel çalışmak mı daha verimli yoksa toplumsal çalışmak mı? Bu sorunun cevabı, hangi perspektiften baktığınıza bağlı olarak değişir. Kimi için bireysel çalışma, özgürlüğün ve yaratıcılığın anahtarıdır; kimine göreyse toplumsal çalışma, büyük değişimlerin ve ilerlemenin kaynağıdır. Peki, gerçekten biri diğerinden üstün müdür?
Bireysel çalışmak, insanın kendi temposunu belirlemesine, özgün düşünceler geliştirmesine ve bağımsız bir üretim süreci yürütmesine olanak tanır. Bir sanatçıyı düşünelim: Kendi atölyesinde, kimsenin müdahalesi olmadan tamamen iç dünyasından gelen eserler üretebilir. Bir yazar, yalnız bir odada, sadece kendi düşüncelerine kulak vererek en derin duygularını kâğıda dökebilir. Bireysel çalışmanın en büyük gücü, bağımsız düşünmeyi teşvik etmesidir. Grup içinde çalışırken çoğu zaman uyum sağlamak adına bireysel fikirlerden ödün vermek gerekir. Oysa tek başına çalışan biri, kendi doğrularını takip edebilir ve özgünlüğünü koruyabilir. Dahası, bireysel çalışma, kişinin kendini keşfetmesini ve kendi iç dünyasında derinleşmesini sağlar. Ancak burada önemli bir sorun ortaya çıkar: Bireysel çaba ne kadar büyük olursa olsun, toplumsal etkileşim olmadan geniş kitlelere ulaşamaz. Bir yazarın kitabını yayınevleri basmazsa, bir ressamın tabloları sergilenmezse, bilim insanının keşifleri akademik camiada tartışılmazsa, bireysel çaba ne kadar anlamlı olabilir?İnsan toplumsal bir varlıktır. Tek başımıza büyük işler başarsak da, kalıcı ve etkili değişimler yaratmak için bir topluluk içinde çalışmak kaçınılmazdır. Bilim dünyasını düşünelim: Büyük keşifler genellikle ekipler halinde yapılan çalışmaların sonucudur. Tek bir bilim insanı, kendi başına laboratuvarda bir deney yürütebilir; ancak o çalışmanın anlam kazanması için başkalarının katkısına ve değerlendirmesine ihtiyaç duyar. Sanatta ve edebiyatta da benzer bir durum söz konusudur. Nazım Hikmet, şiirlerini tek başına yazmış olabilir; ancak şiirleri halkın diline pelesenk olmasaydı, bugün hala onun dizelerini konuşuyor olur muyduk? Ya da bir film yönetmeni, harika bir senaryoya sahip olsa bile, iyi bir oyuncu kadrosu ve teknik ekip olmadan filmi hayata geçirebilir mi? Toplumsal çalışmanın en büyük avantajı, bireylerin yeteneklerini bir araya getirerek daha büyük bir etki yaratabilmesidir. Fikirler paylaşıldıkça çoğalır, işler bölündükçe kolaylaşır. Ancak burada da bir handikap vardır: Grup içinde bireysellik kaybolabilir. Fikir birliği sağlamak zorlaşabilir, bürokratik engeller süreci yavaşlatabilir. Bir bireyin vizyonu bazen topluluk içinde kaybolabilir ya da toplumsal uyum adına yaratıcı fikirler törpülenebilir. Bireysel çalışma özgürlük sunar, ama yalnız bırakır. Toplumsal çalışma güç kazandırır, ama bireyselliği sınırlayabilir. O halde hangisi daha doğru? Gerçek şu ki, bu iki kavram birbirine karşıt değil, birbirini tamamlayan unsurlardır. Bireysel olarak güçlü olmadan, toplumsal katkı sağlamak mümkün değildir. Aynı şekilde, toplumdan tamamen bağımsız bir birey olarak yaşamak da insan doğasına aykırıdır. Belki de çözüm, bireysel üretkenliği koruyup, toplumsal bağları koparmadan ilerleyebilmektir. Önce bireysel olarak kendimizi geliştirmeli, sonra bu birikimi toplumla paylaşmalıyız. Çünkü ne tek başımıza dünyayı değiştirebiliriz ne de sadece toplum içinde kaybolarak kendimizi bulabiliriz.
Öyleyse en iyisi, yalnız kalmayı öğrenip sonra kalabalığa karışmak…