EĞTİM VE AHLAK
Eğitim için “Bireyin davranışında, kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istenilen yönde (eğitimin amaçlarına uygun) değişme meydana getirme sürecidir. Denilmektedir.
Bu tanımı gözönünde bulundurduğumuzda
· Eğitimin bir süreç olması,
· Eğitim sürecinde, bireyin davranışlarının istenilen yönde değiştirilmesinin amaçlanması,
· Davranışlarındaki değişmin kasıtlı olarak gerçekleştirilmesi,
· Eğitim sürecinde bireyin kendi yaşantılarının esas olması” gibi tanımlar söz konusudur.
Ahlak ise : “ Belli bir dönemde belli insan topluluklarınca benimsenmiş olan, bireylerin birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen törel davranış kurallarının, yasalarının, ilkelerinin toplamı. Çeşitli toplumlarda ve çağlarda kapsamı ve içeriği değişen ahlaksal değerler alanı.” Diye tanımlanır.
Yukarıdaki tanımlara benzer gerek eğitim gerekse de ahlak için çeşitli kaynaklarda farklı farklı tanımları, gelişim evreleri ele alınmıştır. Yalan söylememe, dürüst davranma, aldığının karşılığını verme gibi bir çok konuda her toplumda ortak yanları olduğu gibi, toplumdan topluma, inançtan inanca değişen yanları da yok değildir. Farklı boyutlarını ele aldığımızda gerek eğitim, gerekse de ahlak aslında kişiyi ve toplumu farklı kılan, birer kimlik olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu sebepten olacak ki her toplumun kendine has eğitim ve ahlak metodu vardır. Biz de bu anlamdaki eğitim ve ahlakı ele alacağız. Gerçi her toplum için ortak paydalar da yok değildir, zaman zaman buna da değineceğiz; ama asıl mesele bize ait olan eğitim ve ahlak üzerinde durmamız olacaktır. Biz bunu birkaç madde halinde sırladıktan sonra bunları zayıflatan, ortadan kaldırmaya çalışan sebepler ve en son da bu durumun olumlu ve olumsuz taraflarıyla çözüm yolları üzerinde duracağız.
A- Bize has olan, bizi biz yapan ya da aslında aile içinde anne, baba, çocuklar, nene, dede, amca, hala, dayı, teyze arasındaki münasebet ve bunlara karşı sorumluluklarımız, yapmamız veya yapmamamız gerekenler… Akrabalara karşı ahlak ve eğitim.
B-Akraba harici insanlara karşı ahlak ve eğitim. Komşular, mesai arkadaşlarımız vs.
C-Bizim bizimle olan münasebetimiz. Bize karşı sorumluluklarımız yoluyla bize karşı olan ahlak ve eğitimimiz.
D-Geleceğimize yönelik bize, vatanımıza, milletimize, dinimize ve bize has olan maddi manevi yapımıza ve tüm insanlığa; çevremize, sair canlılara karşı sorumluluklarımız yoluyla eğitim ve ahlak.
E-Eğitimin ve ahlakın yaşatılması ve kökleşmesi için örgün eğitim haricinde gerek resmi kurumlar gerekse de sivil toplum kuruluşlara düşen görev ve yükümlülükler.
Şimdi bu beş maddeyi ele alıp değerlendirelim.
A- Aile eğitimi gerek İslamiyet’ten evvel gelenek göreneklerimizde, gerekse de İslamiyet’te çok büyük bir öneme sahiptir. Bu önemlilik sadece gelenek göreneklere ya da inancımıza bağlı olarak değil aynı anda bizim topulumumuz için bir yaşam tarzıdır, bir zorunluluktur. Ve aslında bu durum insanoğlunun fıtratının bir gereğidir. Biz İslami topluluklar bu fıtri ahvali daha çok hissetmekte, sahiplenme ihtiyacını duymaktayız. Akraba alakadarlığı bizim temel prensibiz olmuştur. Nasıl ki anneden ya da babadan ayrı kalan çocuklar alemlerinde bir hüzün hakim oluyorsa bu durum nisbi de olsa nene, dede, amca, hala, teyze, dayı için de zaman zaman geçerli olmuyor değil. Bu gerçeği Kur’an-ı Kerim İsra Suresi 23-25. Ayetlerde çok güzel bir şekilde ifade etmiştir. İsra Suresi’nin bu ayetlerinin bir tefsirinde bu hakikat şu güzel sözlerle ifade edilmiştir:
“Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder(baba) ve validelerin(annelerin) evlatlarına karşı şefkatleridir. Ve en âlî hukuk dahi onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını kemal-i lezzetle evlatlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyle ise insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılab etmemiş her bir veled(evlat); o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisane hürmet ve samimane hizmet ve rızalarını tahsil ve kalplerini hoşnut etmektir. Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.”1
Günümüz şartlarında çekirdek aile yapısının gerek mecburiyetten gerekse de bilinçli olarak yaygınlaştırılma yolunda yaygınlık kazanması ne yazık ki bu hakikatı ortadan kaldırmaya yönelik büyük bir adımdır.
Zaman zaman çekirdek ailenin günümüz şartlarında olumlu tarafları yok değildir. Bunun sebepleri arasında en belirgin olanı şudur: Nene ve dedelerin torunlarına bilimsel çerçevede değil de kendi tecrübelerine dayalı yaklaşımları, torunlarını kendi kızları ve oğulları gibi görüp torunlarının anne- babalarını gayr-ı ihtiyari diskalifiye etmeye yönelik yaklaşımları ve bu yaklaşımlarının torunlar üzerindeki olumsuz tesirleri ve dolayısıyla da çocukların anne-babalarının haklı olarak rahatsızlık duymalarıdır. Eğer bu konuda nene-dedelere yönelik bir eğitim verilebilse ve yaklaşımları anne-babayı rahatsız etmemeye yönelik yapılabilse bu durum hem onlar için, hem evlatları için ve hem de torunları için netice itibariyle de toplum için büyük bir kazanım olur.
Tabi nene- dedelerimiz çok iyi davranıp akıl ve mantık çerçevsinde torunlarına davransalar da anne- babalarının etkilerini kırmamaya yönelik tavırları olsa da bazen tam tersi torunların, çocukların onlara karşı olumsuz davranışları sözkonusu olabilir. Unutulmamalıdır ki yaşlılar da hassasiyet konusunda çocuklar gibi oluyorlar. Onun için onlara iyi davranmak gerekir. Gerekirse bu konuda eğitim alıp müsbet davranışları sergilememiz lazım.
Örneğin: “…son yıllarda Almanya'da yapılan bir araştırmaya göre , torunlarına önem veren dedeler bazen daha uzun yaşarlar . Spesifik olarak, gelecek 20 yıl içerisinde ölme riski yüzde 37 oranında azalmıştır.
Torunlar sağlığa iyi gelir
Araştırma, 70 ila 100 yaş arasında 500'den fazla kişinin Berlin'de yirmi yıl boyunca (1990 ve 2009 arasında) katıldığı uzunlamasına bir çalışmadan elde edilen verilere dayanarak yapıldı.
Görüşme ve tıbbi kontroller yoluyla yaşlıları takip ederken, sosyoekonomik koşulları dikkate alarak , torunlarıyla ilgilenen büyükanne ve büyükbabaların çoğunun, ilk görüşmeden sonra yıllar sonra hala hayatta olduğunu gözlemlendi. Onlarla düzenli temas kurmayanlar, çok daha yüksek ölüm oranı verdi.”2
Sair yakın akarabalarla olan münasebetlerimiz akıl, mantık ve manevi yapımıza aykırı olmaması koşuluyla münasebetimizin olması her zaman olmamasından daha olumlu ve hayırlı olduğu aşikardır. Bu münasebetlerimizin ılımlı ve müsbet bir şekilde devam etmesi birbirimize karşı iyi niyetli olmamıza, birbirlerimizin iyiliğini isteyemeye, dar zamanlarda birbirlerimizi sormaya, iyi niyetli olmamıza bağlıdır. Şayet aramızda husumet, anlaşmazlık meydana gelirse bu durumun geçiciliği üzerinde durup yoğunlaşmamız lazım. Konuyla alakalı şu mevzu taktire şayandır.
“ Eğer desen: “İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adavet(düşmanlık) var. Hem, damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum.”
Elcevap: Su-i hulk(kötü ahlak) ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse; kusurunu da anlasa, zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin, manevi bir nedamet, gizli bir tevbe ve zımni(gizli) bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman, onun şerrinden seni kurtarır. Zaten bu mektubun bu mebhasını yazdık, ta bu manevi istiğfarı temin etsin; haksızlığı hak bilmesin, haklı hasmını haksızlıkla teşhir etmesin.” 3
Demek ki akrabalarımızla, komşularımızla ya da herhangi birileriyle aramızda bir problem olduğunda bu süreçte bizim kusurumuzu bilmemiz, ona yoğunlaşmamız, bunun için tevbe ve istiğfarda bulunmamız ve en önemlisi bizim o kişinin arkasında konuşmamamız yani gıybetini etmememiz aramızdaki problemin çözülmesine ve husumetin bitmesine vesile olacaktır. bunun için de bizim biraz zamana ihtiyacımız olacaktır.
Sağlıklı bir ilişki şüphesiz ki sağlıklı bir yapıya sahip bir aileye bağlıdır. Aile saadeti ise eşler arsındaki karşılıklı sevi-saygı ve anlayışa bağlıdır. Birbirlerine saygı gösteren, birbirlerini seven, birbirlerine anlayışla yaklaşan, birbirlerine karşı hüsnü zan besleyip iyi niyetli olan eşlerin kurduğu yuva huzur ve mutluluk doludur. Böyle yuvalardan çıkan çocuklar da ekseriyetle mutlu, gayretli, sevgi ve saygı dolu olurlar, toplumun huzur ve saadetinin kaynağı olurlar. Evlat eğitimi alanında kendini geliştiren, onlara maddi ve manevi konuda ihtiyaç duyduğu eğitimi veren, onları bu konuda doyurabilen ebeveynler bunun karşılığını hem dünyada hem ahirette alırlar.
Çocukların gelişim evrelerini bilmek, nasıl davranılması gerektiğini bilip onlara öyle muamele etmek gerekir. Unutulmamalıdır ki her anne baba aynı anda bir öğretmendir, bir arkadaştır, bir rehberdir. Çocuk eğitimiyle ilgili Hazreti Ali: “Çocuklarınızla 7 yaşına kadar oyun oynayınız. 15 Yaşına kadar arkadaş olunuz. Ve 15 yaşından sonra da onlarla istişare ediniz.” Diye buyurarak evlat eğitiminde evrelere dikkatleri çekmiştir. Çocuklarımızla yeri geldiğinde onlarla tıpkı onlar gibi oyun oynamak, yeri geldiğinde onlarla arkadaşları gibi olmak, bize açılmalarına fırsat vermek, ve yeri geldiğinde de, artık yetişkin oldukları için, onlarla istişare etmek, onların fikirlerini alarak değerli olduklarını onlara hissettirmek onları ayakları üzerinde durabilen, güçlü- kuvvetli irade sahibi bireyler haline getirecektir. Çocuklarımıza ekonomik olarak kendilerini yönetebilmeleri için gelir giderlerini kendilerinin hesaplayıp kendilerine ayıracağımız bir bütçeyle kendilerinin ilgilenmesini sağlamak, tasarruflu olmalarını sağlayacaktır. Maddi durumu iyi olmayan arkadaşlarına ya da ailelere bizim kontrolümüzde olması şartıyla zaman zaman onların eliyle yardım etmek çocuklarımıza cömert olmayı ve fakir fukarayı anlamayı kavratacaktır. Hayvanlara acı çektirmemeyi, eziyet etmemeyi örnek tavırlarımızla kavratmamız onları şefkatli bireyler yapacak, zulüm damarlarını ıslah edecektir. Küçüklere sevgiyi, büyüklerimize saygıyı, anne babaya itaati, devletine, milletine isyan etmemeyi, müsbet olan milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmayı, kötü çevreye takılmamayı, yeri geldiğinde “hayır” diyebilmeyi gerek yaşantımızla gerekse de tarihimzdeki şanlı kahramanların hayat hikayeleriyle, peygamberler kısalarıyla anlatmamız onları delilli bürhanlı hareket etmeye, kendi ayakları üzerinde durmalarına vesile olacaktır. Unuttulmamalodor ki evlatlarımız bize Yüce Allah’ın birer emanetidir. Onlar için en büyük hizmet ise eğitimli, ahlaklı olmalarını sağlamaktır. Ve onlar için en büyük miras da bundan gayrı değildir.
B- Akraba dışı insanlarla ilişkimiz yine insani ve İslami olması elzemdir. Örneğin komşularımızı rahatsız edici davranışlardan kaçınmamız lazım. Onları rahatsız edici bir şekilde yüksek sesle konuşmamak, onların dar zamanlarında yanlarında olmak, bir konu hakkında fikirlerimizi sorduklarında en isabetli olan yolu göstermek…
Mesai arkadaşlarımızla iyi geçinmek, işlerimizi, yükümlülüklerimizi onlara yükletmemek, vazifemizi layıkıyla yerine getirerek onlara yeri geldiğinde rol model olmak. (Ama bu rol modeli kasıtlı olarak değil de dürüst davranmamız yoluyla fıtri olarak oluşması lazım. )
C-İnsanın kendisine karşı en birinci vazifesi kendisini geliştirmek, okumak, araştırmak, meramını dile getirebilecek seviyeye gelmek, muhtaç olunmayacak seviyeye gelmek, ayakları üzerinde durabilmek, sağlığına önem vermek, kaliteli zaman geçirmek, sağlıklı bir beden ve zihne-psikolojiye sahip olmak şeklinde sıralanabilir. ” İki şey vardır ki insanın elinden çıktıktan sonra kıymeti bilinir; biri zaman, diğeri sağlıktır.” Hadis-ı Şerifi bu konuda en güzel bir yoldur bizim için. Yine dinimizce bir inananın kendisine zarar vermesi, intihar etmesi haram kılınmıştır. Yani insanın kendisine değer vermesi Yüce Allah’ın bir emridir. İnsanın kendisini anlaması, mahiyetini bilmesi, kendisiyle barışık olması ilmi, mantıki ve manevi bir zorunluluktur. Yine manidar bir hakikattır ki Peygamberimiz: “Kendini bilen Rabbini bilir” diye buyurarak kendimizi fethetmeyi en büyük bir mertebe saymıştır. Zira kendini bilmeyen ihtiyacını da, gayesini de, yaratılış gayesini de, başkalarını da, empati kurmayı da ve bu Hadis’ten de anlaşıldığı gibi Yüce Yaratıcımızı da tam manasıyla bilmez ve bilemez. “İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olandır.” Diye buyrularak insanlara hizmet etmek, insanlığın faydası için çırpınmak, gayret etmek asıl maksatlarımız olduğu bir gerçektir. Ama bunları yapabilmek için ise kendimizi tanımamıza, arzu ve isteklerimizi bilmemize, kendimizi gerçekleştirmemize bağlıdır. Zira kendisine faydası olmayanın başkasına faydalı olması çok zayıf bir ihtimaldır.
Belli bir plan program çerçevesinde çalışmak, çalışırken çalışmadan zevk alarak adeta çalışırken dinlenmek, kendimize, aile efradımıza, milletimize ve tüm insanlığa faydalı bir kişiliği yakalamak, çoluk çocuklarımızla, dostlarımızla kaliteli vakit geçirmek çok leziz manalardır. İşimizin aşığı olup onun için yapabileceğimiz işlere yönelmek ve o alanda meleke kesbetip mutluluğu yakalamak insanoğlunun gayesidir. “Gayretin neticesiz kaldığı görülmemiştir.” Sözü bize en büyük avantajın, en büyük silahın gayrette olduğu ve gayretin çelikten bir irade olduğu, önünde hiçbir şeyin duramadığı, bize düşen plan- program çerçevesinde gayretten vazgeçmememiz olduğunu öğreten bir muallim hükmündedir. Evet biz yeter ki gayret edip sabırederek olgunlaşmayı bekleyelim. Zira zamanı gelince semeresinden yeriz.
Bizim için en büyük düşmanlardan biri ve gayreti ortadan kaldıran, bizi yetersizmişiz gibi bir algı içine iten sebeplerden biri de yeis(ümitsizlik)tir. Yeis bir hastalıktır. Bu hastalığın en iyi ilacı ise gayret, sabır ve tevekküldür. Acelecilikten uzak durmaktır. Zira bir ağaca ne kadar bakım yaparsan yap, sırasıyla ilkbahar ve yaz gelmeden meyvelerinden alamazsın. Ayrıca “…bizim düşmanımız cehalet, zaruret(fakirlik), ihtilaftır(ayrılık)tır. Bu üç düşmana karşı; sanat, marifet(ilim), ittifak silahıyla cihad edeceğiz.”4 Evet kişiliğimizi sekteye uğratan cahillikten, fakirlikten ve ayrımcılıktan uzak duracağız.
Ayrıca hayatta daima mutlu olmanın yollarını bulmaya çalışmamız lazım. Zira hayatımız zannettiğimiz gibi sadece dünya hayatından da ibaret olmadığını bilip ölümle güya yokluk korkusuyla da korkmamıza gerek kalmasın. “ İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle(farzlarla) ziynetlendiriniz(süslendiriniz) ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.”5
Hayatımızda bu düsturlar oldu mu hayat tam bir cennet bahçesine dönüşür. Yoksa Allah korusun gayr-ı meşru yollarda geçirilen bir hayatın sahibinin durağı ya hapishane, ya hastahane ya da mezaristandır.
Hem kendimize meşru yol çizmek ve hem de gayret ve dürüstlüğümüzle rol model olmak ise insanlığın bir gayesi ve hayatın yüce bir neticesidir.
Gündelik hayattan bize karşı sorumluluklarımızı şu şekilde sıralayabiliriz: Temizliğe azami derecede özen göstermemiz lazım. Başta el yüz ve sair beden temizliği, ellerimizin hijyenik el yıkama metoduyla yıkamamız lazım. Malum son birkaç aydır Çin’den tüm dünyaya yayılan Corona virüsü nedeniyle gerek ülkemizde gerekse de tüm dünyada bir temizlik seferberliği bireysel ve toplumsal olarak başlatıldı. Oysa bir insan ve bir Müslüman olarak her zaman bizim temizlik konusunda hassas olmamız lazım. Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem “Uykudan uyandığınız zaman, hiçbir şeyi ellemeden ellerinizi bilekleriyle beraber üç defa yıkayınız. Zira siz gece boyunca(uyku esnasında) ellerinizi nerelerde dolaştırdığınızı bilemezsiniz.” Yine: “Sabahları üç defa sağ elle burnunuza su alıp sol el ile sümkürün.” Diye buyrularak mikroptan arınma metodunu bize tavsiye ediyor. Haftada en az bir defa banyo yapmak da zaruri bir temizlik olup bizim bize karşı olan görev sorumluluklarımızdandır. Beden temizliğine bu şekilde değindikten sonra kısacası üst-baş temizliği, çevre temizliği, kalp temizliği gibi temizlikleri sırlayabiliriz. Üst baş konusunda hassas olmamız lazım. Zira bir insan ilk defa bir topluma girdiğinde evvela kıyafetiyle karşılanır. İslam büyüklerinden İmam-ı Azam bu konuda hayli bir titiz davranırdı. Üstü başı temiz ayakkabıları daima boyalı idi. Sebebini soranlara: “Yüce Allah bizim üzerimizde nimetini görmek ister.” Diye cevap verirdi. Saçların taralı olması, dişlerin düzenli olarak fırlaçanması ve zaman zaman misvakla desteklenmesi, tırnakların zamanında kesilmesi, elbiselerin temiz ve düzgün olması da bizim sair insanlarla olan ilişkilerimize olumlu etki yapar. “İnsan elbisesiyle karşılanır, sözleriyle uğurlanır.” Meşhur sözü gereği sadece kiyafet konusunda değil, adab ve diksiyon, uslup konusunda da bizim kendimizi geliştirmemiz zaruridir. Zira konuşma, diksiyon öyle bir iksirdir ki iyi kullanılmadığında haklı olduğumuz bir çok konuda haksız olabiliriz. Ayrıca hangi konu olursa olsun o konunun eksiksiz izah edilmesi yine iyi bir anlatım ile olur.
“ İnsanı gelecekte değiştirecek daha doğrusu ona kişiliğini kazandıracak ya da kaybedecek üç şey vardır.
-Yiyip içtikleri
-Arkadaş çevresi
- Okudukları.”
Yeme içme çok önemlidir. Zira insanın fiziksel gelişimi direkt yiyip içtikleriyle alakalıdır. Uzun vadede yeme içme kişiyi ruhsal ve zihinsel olarak da etkiler. Katkılı maddelerden uzak durmak, doğal beslenmek, inanan birileri olarak helal harama dikkat etmek şüphesiz önemli bir sorumluluktur. Günümüzde dini bakımından Diyanet İşleri Başkanlığı’na resmi olarak da TSE’ye bağlı olan GİMDES(Helal Gıda Komisyonu) helal gıda listesini bize sunmakta ve bu konuda titiz bir denetim sonucunda gıda için helal sertifika vermektedir. Hatta bu konuda play storeden “helal gıda” uygulamasıyla her gıdanın barkoduyla helal sertifikasının olup olmadığı anlık olarak sorgulanabilir. Bu konuda dikkat edenler için harika bir uygulama ve takdire şayan bir hizmet olduğunu söyleyebilirim. Günümüzde hastalıkların başını çeken obezite, şeker hastalığı vb birçok hastalığın da ana nedeninin düzensiz beslenme ve hazır gıdaların tüketilmesi olduğu da bilimce ispatlanan bir gerçektir.
Düzenli beslenmenin yanında şüphesiz hareketlilik, spor da hayatımızda önemli bir yere sahip olmalıdır. Örneğin sabah kahvaltıdan önce ısınma hareketlerini yapmak, iki bardak su içmek, zamanında kahvaltı yapmak güne mutlu başlamamıza ve dinç bir şekilde günü geçirmemize vesiledir.
Arkadaş çevresine gelince “ Bana arkadaşlarını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” Atasözü aslında bize herşeyi anlatmaya yetiyor ama yine kısaca değinecek olursak; bu gün bozulan bireylerin bilhassa da gençlerin çoğunun takıldığı çevreden dolayı değiştikleri maalesef görünen bir gerçektir. Elbette arkadaşlık kuracağız, olması gereken de budur ama herkesle arkadaşlık yapılmaması gerektiği de herkesçe bilinmektedir. Bizi daima hayra sevk edecek olanlarla beraber olmak da şüphesiz bizim istikametimiz olmalı.
Daima okuyan, boş durmayan, okuduklarını anlayan, uygulayan ve çevresine bunları yansıtan bir kişi şüphesiz dünyanın en hayırlı kişiliğine sahiptir. Okumak kadar ne okuduğumuz da büyük bir önem arz etmektedir. Bize katkı sunan, geliştiren, zihnimizi bulandırmayan, kalbimizi karartmayan, insanlığa kin ve nefret kusturtmayan, her eser faydalıdır ve bizim bu fayda kaynaklarından yararlanmamız insan olmamızın bir gereğidir.
Biz eğer yaratılış gayemize göre bunlara dikkat ediyorsak ve bu çerçevede çırpınıyorsak o zaman biz, biz olabilmişiz demektir. Eğitim ve ahlakın zirvesindeyizdir inşaallah.
D- Başkasının hakkını gasbetmemek şartıyla geleceğimiz için çırpınmak, garanti altına(karınca kadarınca) almaya çalışmak bizim görevlerimiz arasındadır. “Hiç ölmeyecekmişsiniz gibi dünyaya, yarın ölecekmişsiniz gibi ahiretinize çalışınız.” Hadis-i Şerifi bize bu hakikatı öğretmektedir. Vatanımızı sevmek, ona sahip çıkmak bizim inançlarımızın bir gereğidir. Zira “Vatan sevgisi imandandır.” Hadisi bunun ifadesidir. Vatanımızı sevip korumanın yanında tüm insanlığın faydasını kollamak, kimsenin kötülüğünü istememek, kendimiz için istediğimizi başkaları için de istemek eğitimli olmanın ve ahlakın gereğidir. İnsanlığın faydası için çırpınmak insanlığın gereğidir.
“ Biz insanları en güzel bir şekilde yarattık”6 Ayeti biz insanoğlunun yaratılış itibariyle üstün olduğumuzu ifade eder. Aynı anda biz insanlar için “eşref-ı mahlukat” tabiri kullanılır. Yani yaratılmışların en şereflisi. Ama bu üstünlük yaratılmamızın mucizeliğine dikkatleri çekip sorumluluğumuzun azametine delildir. Yoksa üstünlük sarhoşluğuyla yaratılış gayemizi unutup, bizim hayatımızın bir parçası olan sair canlılara ve Rabbimizin harika bir sanatı olan doğaya hoyratça davranarak zarar vermemizi gerektirmiyor. İnsaniyet-i kübra olan İslamiyet ihtiyaç fazlasını israf saymış, peygamberimiz Hazreti Muhammed(S.A.V.) : “Kişinin canının çektiği herşeyi alması ona israf olarak yeter.” Diye buyurmuştur. A’raf Suresi 31. Ayet’te ise Rabbimiz: “Yiyiniz içiniz, ama israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” Buyurarak israfın haram olduğunu biz ders vermiştir. İnsanoğlu hırs ile davranmadıktan sonra Yüce Allah’ın tüm canlılara yetecek kadar rızık gönderdiğini yine bildiğimiz bir hakikattır, Yeter ki hırs ile başkasının rızkını gaspetmeyelim.
Bir insan olarak birbirimizin iyiliğini istemekle mükellef olduğumuz gibi, birbirimize zarar vermememiz gerektiği gibi diğer canlılara karşı da şefkatlı olmamız, onlara zarar vermememiz, yine insaniyetin bir gereğidir. Siyer-i Nebevi’de şu hadise hem ibretlik hem de takdire şayandır:
Mekke’nin Fethi’ne gidilirken yolda yevrulayan bir köpeğe ve yavrularına zarar gelmesin diye Peygamberimiz (S.A.V.) ordusunun güzergahını değiştirmiştir. Savaşlar esnasında dahi bitkilere, hayvanlara, masum insanlara, kadınlara, çocuklara zarar vermemesi ve zarar vermeyi yasaklaması; şüphesiz bu zamanda bizim ihtiyaç duyduğumuz ve özlemini çektiğimiz bir uygulamadır.
Doğa eşsiz güzelliğiyle bize Yüce Allah’ın bir armağanıdır. Eşsiz güzelliği her idrak ve muhakeme sahibini hayrette bırakır. Öyle ki kimilerini tefekküri olan güzelliğine taptırmıştır. Kimileri ise onun tefekkürüyle cuş-u huruşa gelir. Allah’ın bir ikramı nazarıyla bakıp ondan ihtiyacı kadarını alır gerisine kıyamaz. Buna rağmen nice insanlar vardır ki ne doğa, ne bitkiler, ne hayvanlar ve hem de hemcinsi olan ne de başka insanlar umurundadır, hepsine zarar verir. İşte burda ahlak ve eğitim yoksunluğu cirit atar.
Yenilen yemekler ihtiyaçtan fazla alınır ve fazlası çöpe atılır. Artıklar rastgele ortalığa atılır. Geri dönüşüm diye bir kavramdan yoksunuz ekseriyetle. Gerek belediyeler gerekse de okullarımız tarafından bu konuda geliştirilen projeler ne halk ne öğrenciler tarafından desteklenir ve projeler suya düşer maalesef. Denizlere bilinçsizce çöpler, kimyasal atıklar atılır. Sigara izmaritlerimiz ne sokak, ne ormanlık, ne apartman koridorlarını dinlemez adeta düşmanca ortalığa saldırtılır. Kaynakların sadece bizim için var olduğunu ve sadece bizim istifade etme hakkımız varmışçasına, ki varsayalım ki böyle olsa dahi, dinimizin kaynaklar sonsuz olsa dahi israf etmeme emri yokmuşçasına acımasızca israf ediyoruz, har vurup harman savuruyoruz. Biz ki öyle bir eğitimle mükellefiz ki canlı olsun cansız olsun her varlık bizden emin olmalı. “Mü’min o kimsedir ki ne elinden ne dilinden kimse incinmez.” Hadisi hayatımızın düsturu olmalı. İşte o zaman eğitimden ve ahlaktan gerçek manada söz edilebilir.
E- İngiltere gibi bazı ülkeler aile eğitimine ayırdıkları bütçe milli eğitime ayırdıkları bütçeden daha fazladır. Aile eğitimi, anne- baba uyumu, sağlıklı nesil demek olduğunu yukarıda da belirttik. Bunun için de düzenli bir eğitime ihtiyacımız vardır. Gerek resmi kanallar, gerekse de sivil toplum kuruluşları birinci öncelikli dertleri, projeleri aile eğitimine yönelik olmalı. Düzenli aralıklarla bu konuda her ilde hatta her ilçede konferanslar düzenlenmeli. Üniversiteler ile ortak bir proje düzenlenip tertiplenmeli. Aile eğitimine yönelik TRT bünyesinde düzenli olarak programlar düzenlenmeli. Ve bu programlar TRT Arap, TRT Kürdi, TRT World gibi kanallarda yayınlanıp dünyanın her yanından her kesimden insanlara ulaşımı bu şekilde sağlanmalı. Ahlakımıza, maddi- manevi saldırı niteliğini taşıyan, sevgiyi, saygıyı ortadan kaldıran, şiddeti körükleyen her türlü dizi, film, çizgi film ve programlar sınırlandırılmalı ve gerekirse RTÜK tarafından ortadan kaldırılmalı. Diyanet, MEB, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ortak bir çalışmayla müsbet, ahlaki, bilimsel kriterlere uygun ve üretime dayalı, değerlerimizi yansıtıcı programlar düzenlemeli.