ETRAFIMIZDAKİ ULU ÇINARLAR BİR BİR DÜŞERKEN
Bazı insanlar vardır, bir toplum gibidir. Bir toplumdan daha fazla faydalı işler başarıyorlardır. Hani Peygamberimiz (S.A.V.) bazı sahbaeleri için “O kıyamet gününde tek başına bir ümmettir.” Diye buyurmuş ya, işte bu hakikat her devirde bazı hamiyetkarlar için geçerlidir. Hakikaten yaratılış gayelerine göre yaşamayı öğrenmiş ve gaye etmiş insanlar. Kendileriyle beraber bir çok kimsenin maddi manevi kurtuluşuna vesile olan insanlar. Ulu çınarlar, yaratılış gayelerini öğrenmiş ve bunu gaye-i hayale çevirmiş insanlar. Gaye-i hayallerini netice-i hayatlarına inkılap etmeyi başaran insanlar. Bunun için gecesini gündüzüne katmış gayur ve çalışkan insanlar. Bir ömür boyu kavli ve fiili duasını eksiltmeyen ve iyi niyetle dua eden, halis yaşayan insanlar.
İşte bu insanlardan bir kaçı. Bu günlerde toprağa düşen ulvi çınarlar. Bedenleriyle toprağa düşerken ruhen berzah alemini teyeran eden çınarlar. Binlerce çınarlardan birkaçı…
Üstadımız Bediuzzaman Hazretleri’nin talebesi Hüsnü Bayramoğlu Ağabey. Küçücük yaşta, daha on iki yaşındayken yasak olmasına ve terör muamelesi yapılmasına rağmen Risaleleri yazmaya başlıyor. On dört yaşında babasının tensibiyle Üstadın yanına geliyor. Onun yanında kalıyor. İlminden istifade ediyor, kitaplarını yazıyor, yeri geldiğinde çamaşırlarını yıkıyor, suyunu getiriyor, ilerleyen zamanlarda şoförlüğünü yapıyor, kendisinin tabiriyle ona hizmetçi ve talebe oluyor. 18 Mart 1960’ta yasak olmasına rağmen Isparta’dan Urfa’ya getiryor ve yine yasak ve bir nevi terör nuameleleri yapılmasına rağmen. Canını İslam’ın hizmetkârı olan üstadı olan cananına feda ediyor. O çetin zamanda o dönemin şartlarında kar, kış olmasına rağmen, ramazan ayından dolayı oruç farzına rağmen. Arkada üstadı, aşırı rahatsızlıktan dolayı uzanırken, önde dava arkadaşları ve ağabeyleri Zübeyir Gündüzalp ve Bayram Yüksel ağabeyler.
Urfa’ya geldiklerinde iki gün sonra üstadı vefat ediyor. Ama o asla ve asla onun İman ve Kur’an davası olan davasından, yolundan vazgeçmiyor. Vefat edinceye kadar istikametten ayrılmiyor. Yeri geldiğinde il il, yeri geldiğinde ülke ülke dolaşarak İslamiyet’e hizmet ediyor. Dünyayı saran corona denilen bir salgın onu doksana yaklaşan yaşına rağmen davasından vazgeçiremiyor. İnternet üzerinden kitlerle ulaşıyor, nice kimselerin şevklenmesine, nice kimselerin istifadesine ve nice kişilerin imana gelmesine vesile oluyor. Ve Corona denilen hastalık onu aramızdan alıyor. Bence herkesin, özellikle her gencin tanıması gereken bir şahsiyet ve dava adamı. Şevk ve hizmet abidesi. İstikamet ve ihlas abidesi.
Tanımamız gereken, istifade etmemiz ve örnek almamız gereken bir şahsiyet daha. Melahat ARMAĞAN. Türkiye’de başörtüsüyle derse giren ilk öğretmen. Başörtüsüyle derse girmesiyle görevden atılması bir olan bir kahraman. İnancını dünyevi makama feda etmeyen bir mücahide. Başörtüyü kefen yapan bir öğretmen, bir hanımefendi. Urfa’da bilgin ve mütevazi bir ailenin mensubu. Kardeşi Prof. Der. Servet ARMAĞAN yüzlerce makale, onlarca kitap kaleme almış, Harran Üniversitesi kurucu rektörü. Yeğeni Mustafa ARMAĞAN Türkiye’de yakın tarihle ilgili derin bir altyapıya sahip.
Görevden atıldıktan sonra pes etmiyor. Kur’an kursuna geçiyor ve binlerce hanıma Kur’an öğretiyor. İman Kur’an hizmetini veriyor. O da Üstadı Bediuzzaman hazretlerine talebe oluyor. Satır satır Risaleleri baştan sona defalarca okuyor. Binlerce hanıma bu dersleri veriyor. Şevklerine şevk katıyor, bilgilerine bilgi, takvalarına takva, iffetlerine iffet, ihlaslarına ihlas… Lisanı- haliyle nümune-i imtisal oluyor. Gayesine o kadar odaklanıyor ki bu gaye uğruna 89 yaşında vefat edinceye kadar evlenmeyi bile elinin tersiyle itiyor ve muhteşem bir dava şuuruyla o da bu günlerde hayatını noktalıyor. Hakk’ın rahmetine kavuşuyor. Gaye-i hayalini netice-i hayatıyla noktalayan bir hocamız. Ne yazık ki bu hocamızı, bu ablamızı, bu mü’mine ve mücahideyi bir çoğumuz vefat ettikten sonra tanıyor.
Bir başka yıldız var önümüzde. Çok kültürlülüğü ve bilgisiyle tam bir örnek insan. Dava adamı ve faal biri. Prof.Dr.Mustafa MÜSLİM. Suriye’nin Kobani kentinde dünyaya gelen Mustafa Müslim, İslam Alemi’nin bir çok yerinde çok önemli akademik çalışmalara ve başarılara imza basıyor. Kobani YPG tarafından İŞİD’ten alındıktan sonra oraya gidip ilim, irfanla oraları ihya etmeye çalışıyor. Ama öz kardeşinin başkanlığındaki YPG onu İslami kimliğinden dolayı kendi öz vatanına sokmuyor ve göç etmek zorunda kalıyor. Önce Şanlıurfa’ya yerleşen Müslim iki yıl sonra Gaziantep’e yerleşiyor, Zehra Üniversitesi’ni kuruyor ve ilmi çalışmalarına devam ediyor.
“Batı hiçbir zaman biz Kürtler’in dostu olmadı ve olmayacaktır. Hakeza ne Türkler’in, ne Araplar’ın ve ne de bir başka Müslüman milletlerin dostu olamaz. Batı biz Kürtler’den Selahaddin-i Eyyubi’nin, Türkler’den Kanuni Sultan Süleyman’nın ve Araplar’dan da Tarık bin Ziyad’in intikamını almadan bizi rahat bırakmaz. Ve bunun için kendi silah kullanmadan, bizi birbirimize düşürerek bunu yapıyor. Böyle davranarak da üçünün intikamını birden alıyor.” Diyen Müslim’i ne doğru düzgün İslami kesim ve ne de Kürtler tanıyor. Ne hikmetse bu dünyada tanınan kesim hep menfi kesim oluyor. Tanınmadığı için de böyle bir alimin ilminden, tecrübelerinden istifade de edilmiyor maalesef.
Seksen bir yaşında Gaziantep’te bir hafta önce bu alim de Corona’dan aramızdan ayrılıyor. Şimdi sormak istediğim nokta şu; biz bu alimleri ne kadar tanıdık, ne kadar istifade ettik, ne kadar tanıttık. Bir beldeye varıldığında oranın alimlerini, maneviyat liderlerini ziyaret bile sünnetken, ilim meclislerinde bulunmanın bile sevap olduğu bir dini hakikatımız varken, ulu çınarlar bir bir devrilip aramızdan ayrılırken, onları en azında eserleriyle tanıyalım, araştıralım, bulalım, istifade edelim. Hayatta olanlardan faydalanalım. Rabbim istifademizi ziyadeleştirmesi için gayret edelim.
Eyyüp AY