Yaşadığımız dünyada gözümüzle gördüğümüz ve görmediğimiz ‘’varlık’’lar hakkında bazen birbirinin aynı, bazen birbirine benzer ve bazen de birbirinden çok farklı biçimde birçok tanımlamalar yaparız. Bu varlıklar içerisinde yeryüzünün halifesi olan İnsan (Bakara/30) ise, bu güne kadar hakkında pek çok tanım yapılmasına rağmen yine de maalesef pek anlaşılamayan bir varlık haline gelmiştir. Çünkü insan mefhumu hakkında yapılan tanımlamalarda insan, özellikle de günümüz modern dünyasında sadece maddîlikle alâkalı bir ilişki üzerine kurulan bir anlayış üzere tanımlanmıştır. Bu ise eksik, sığ ve çoğu zaman da yanlış bir tanımlama biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani kalbinden sürgün, kalp gözü olmayan, kalbin aklından bihaber (A'raf/ 179) bir anlayışla tanımlanmaya çalışılmıştır. Manayı görmezden gelen modern anlayış, madde ve mana arasındaki bu makası epeyce açmış ve bu manada insanı tek kanatlı bir varlık olarak görmeye ve modern dünyaya bu şekilde lanse etmeye çalışmıştır. Elbette ki bunun sonucunda haklı olarak ortaya çıkan şey ise vicdanın, kalbin ve müteâl duyguların kendisinde oturmadığı ‘’robotik bir makine’’ olmuştur. Kalbin aklından, vicdanın sesinden, yaratıcıya kul olma sorumluluğundan azat olan bu robotik makina, insanî özellikleri elinin tersiyle bir kenara iterek, insan olmaktan çıkıp tabiata daha çok hükmetmeye kilitlenen, sadece kendi çıkarı ve başarısını hedef bilen, bu uğurda sonucu her ne olursa olsun maddi hedeflerine ulaşma pahasına belki kimi zaman ölümü dahi mübah gören bir anlayış ortaya sergilemiştir.
Günümüze baktığımızda manşetlerden düşmeyen ve doğayı tahrip eden ekoloji hadislerini barındıran manşetler, her gün kendisine bir yenisi daha eklenen cinayetler, hak hukuk tanımayan kavgalar ve buna bağlı olarak vuku bulan orantısız şiddet olayları, savaşların içinde açlıktan kırılan ve ezilen fakir fukaralar, hakkı yenen mazlum ve mağdurlar, kimyasal silah savaşlarının yerine el değiştirerek meydana gelen (ya da gelebilecek olan) biyolojik savaşlar v.s. bunların hepsi aslında ''robotik insan'' denen bu makinanın ürünü olsa gerek.
Yukarda bahsedilen ve insanlık tarihinde bir cinayetle başlayan olumsuz hadiseleri dile getirirken, biz öldürme eyleminin ve buna bağlı olarak şiddet olaylarının sadece modern zamanlarda başladığını elbette söylemiyoruz. Bu tabi ki de Hz. Âdem'in çocuklarından olan Kabil ile başlayıp günümüze kadar farklı şekillerde süregelen inkar edilemez bir hadisedir. Fakat bugün düşündüğümüzde eskiye nazaran, günümüz dünyasında gerçekleşen bu hadiselerin ve kabul edilemez olayların akıl, vicdan ve kalpten çok uzak, akıl almaz bir biçimde ve çok farklı türevlerde arttığını, bu yönüyle de ve hepimizi hayretler içerisinde bıraktığına da şahit oluyor ve çoğu zaman şairin dediği gibi 'etimizle kemiğimizle ve tüm benliğimizle bu çağdan nefret eder hale' geliyoruz. Buna karşılık olarak, günümüzde çoğumuzun eskiye özlem duyması, belki çoğumuzda iz bırakan yokluk içerisinde geçirilmiş aylar ve yıllar olmasına rağmen eskiye dair devamlı "nerde o eski günler, o eski bayramlar, o eski komşuluk ilişkileri, o eski misafirlikler, o gelmeler, gitmeler… " v.s. şeklinde eskiye dair olan o hasret, o özlem aslında eskilerde ruha ve manevi tekamüle işaret eden insanın ''dikey tarihi''nin ihmal edilmediği gerçeğini bize göstermektedir. Peki insanı tanımlama bağlamında, nedir insanın dikey/manevî tarihi?
Bilinmelidir ki insan, sadece maddîlik üzere tanımlanamaz ve maddî yönden de müteşekkil değildir. Bu, insanın iç alemi ile alakadar olan tasavvufta da böyledir. Aslında onun rûhî ve maddi olmak üzere iki yönü/tarihi vardır. Buna yatay ve dikey tarih de diyebiliriz. Modern zihniyet hep maddi yöne bakan ve kalbi ihmal eden yatay tarih ile ilgilenip insanın manevi tekâmülune işaret eden o enfüsî olan dikey tarihini ihmal etmistir. Yani yukarda da ifade ettiğimiz gibi insan hep maddîlikle alakalı olan yatay tarihi ve yönü ile ele alınıp bu minvalde tartılmış ve tartışılmış ve buna göre kendisine bir fiyat biçilmiştir. Fiyat diyorum çünkü insanın değeri bu maddi şeylerle ortaya çıkmaz. Mesela parasıyla puluyla, yatıyla katıyla, makam ve mevkisiyle... v.s Çıksa çıksa belki bu anlamda ona sadece bir fiyat biçilir. Bazı şeyler vardır ki değerleri herhangi bir fiyatla ölçülmez. Mesela ''İnsan'' gibi. İnsan değerlidir ve yaratılanların en şereflisidir. (Tin/4.) İnsanın insanî yönü en çok da ‘’dikey tarihi’’ile alâkalıdır. Dikey tarihinin merkezinde ise ‘’Kalp’’ vardır. Yani kalbiyle alakalıdır. Evet kalp, -şüphesiz anneler bizden daha iyi bilir- anne karnında oluşan ve ilk harekete geçen ilk organımız olmakla beraber, bedenimize kan pompalayan hayatî bir organımızdır. Fakat sadece bu mudur? Tabi ki de hayır. Aynı zamanda kalp, hemen hemen bütün dillerde sevginin, şefkat ve merhametin, birlik ve beraberliğin, güven ve cesaret gibi insanî ve ahlâki duyguların beşiğidir. Aşkın, insanlığın, dayanışmanın, vicdanın evidir kalp. Tarihte hep böyle anlaşılmıştır kalp. Belki de bu yüzden Eski Mısır’da insanlar öldüklerinde ruhun ve vicdanın merkezi kabul edilen kalpleri dışında bütün organlar çıkarılır ölünün, sadece kalp yerinde bırakılmak suretiyle defin gerçekleşirdi. Çünkü onların inanışına göre sadece kalp, adalet tanrısı olan Maat’ın huzurunda tartılıyordu. Bizim inanışımızda da kalbin yeri az mı dersiniz? Efendimiz s.a.s, Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.” diyerek kalbin vücuttaki önemini bize bir daha gösterir. Halbuki modern zihniyetin kalbe bakışı ise sadece mekanik bir kan pompalayıcısına onu indirgemesidir. Oysa Allah, sadece beynimizi düşünce organı olarak ele alan modern zihniyete adeta karşı çıkarak ‘’kalbimizle düşünmemizi’’(A'raf/ 179) de bize telkin eder ve kalbiyle düşünmeyenleri yadırgar. Öyleyse kafa gözüyle bakıldığında görebildiğimiz, yapabildiğimiz ve insanlara servis ettiğimiz ‘’iyi şeyler’’ bizi aldatmamalı. Esas önemli olan o ‘’iyi şeyler’’in hangi niyetle yani hangi kalple yapıldığıdır. Öyleyse insanı tanımlarken şunu diyebilir miyiz? İnsan kalbinin ederidir, yani kalbi kadardır.