80’li yıllar ve 90’ların başı…
Çocukların çocuk olarak büyüdüğü, betonlaşmanın bu kadar bunaltıcı olmadığı, hemen her evde zambak desenli o klasik gri perdenin asılı olduğu dönemdi. Teknoloji ve dünya ile bağımızın neredeyse yok seviyesinde olduğu. O zamanlar teknoloji ile münasebetimiz uzun ve soğuk kış gecelerinde Televizyonda izlediğimiz, dönemin popüler dizisi ‘’Yalan Rüzgarı’’ ile sınırlıydı. Hatırlayanlar bilirler ilk televizyonlar siyah beyaz görüntülüydü ve sadece TRT’nin yayınları vardı. O zamanlar üç aile kaldığımız dairede akşam çökünce ev halkı dizi saatine doğru televizyon odasında yerini alırdı, çocuklar genelde üzerinde kestanelerin kızardığı yanan sobanın etrafında kümelenirdi. O meşhur jenerik müziği duyulur ve bir yandan portakal soyarken diğer yandan Yalan Rüzgarı izlerdik. O zamanları özlemle hatırlarım.
Zaman aktı, devir değişti. Özal’ın neoliberal ekonomi ve dünyaya açılma politikaları meyvelerini vermeye başlamıştı.
Türkiye’de ilk özel TV kanalları kuruldu, cep telefonu kullanılmaya başlandı, gökdelenler, AVM’ler, Burger Kingler, Mc Donalds’lar, "Nayklar", adidaslar…
Bilgisayar, tablet, akıllı telefonlar, sosyal medya hayatımıza girmeye başladı. Artık istenilen filmlere, dizilere ve kitaplara kısa sürede ulaşılabiliyordu.
Bu teknolojik gelişmenin ve küreselleşmenin toplumsal sonuçları kaçınılmazdı. Tüketim odaklı bir insan neslinin evrimi gerçekleşmişti. Her şeyi tüket, sürekli tüket, insanı ve kendini de tüket.
Her şeyden önce izlediğimiz ve okuduğumuz kurgusal hayatların bizim hayatımızla çeliştiğini gördük.
-Yaşantımızdan sıkılmaya başladık.
-var olan benliğimiz ile idealize ettiğimiz benlik arasında bitmek bilmeyen bir savaş.
- filmlerdeki, dizilerdeki kitaplardaki karakterlere benzemediği için hayatımıza girenleri beğenmiyoruz.
-İnsan, insana ve kendine yabancılaştı.
-Bireyselliğin bencillik boyutuna ulaşması.
-Hazzı yaşamın odağına yerleştirme.
-Herkeste kendini kuşatan her şeyden kaçma isteği.
-Evlere mahkûm ettiğimiz zavallı kedi ve köpeklerin videolarını çekip yayınlıyoruz durmadan.
-Kimse işini sevmiyor.
-Çok katlı apartman hücrelerinden herhangi birini alabilmek için ömrümüzü bankalara taksitlendiriyoruz.
-Önce her yeri betonlaştırdık, sonra piknik yapabilmek için kilometrelerce yol giderek temiz bir doğa arıyoruz.
-Âşık olmanın budalalık sayılması.
Bed boylar, Crazy Girl’ler revaçta.
-Herkesin telefon ekranında kendi fotoğrafı var. Etrafımızı Narkissos’lar sarmış.
-Zengin, fakir birçok kişinin kalçası tik tok panayırında
-ideal kadın ve erkeğin ölçümü yapılmış, bunun dışında kalanlar ölsün.
-Çift olamayıp da çiftmiş gibi görünmeye çalışanların doldurduğu ucube ve pahalı mekânlar.
-Toprağa hiç basmadan büyüyor çocuklar. Zorla eğitiyoruz onları.
Çünkü zorunlu eğitim var.
-hayatımıza devam edebilmek yaşam koçlarımızın elinde.
-Birilerinin sevinci, diğerlerinin acısı üzerine kuruluyor.
- Yaşanan her olayda ‘’Bunlar heep Amariganın oyunları’’ deyip geçiyoruz.
Belki de maske manalı bir tesadüftü, yoksulluğunu gizlemek isteyen için ya da her şeye ve herkese olan kırgınlığını saklamak isteyene…