"Kadın kadının acısını görebiliyor... Duyabiliyor en uzak en ücra köşelerden, hanelerden... Bazen duyduğu acıyı başka kadınların da yaşıyor olması dahi avutuyor gönlünü. İnsan insanı duyuyor ama bazen sesini duyuramıyor... Bazen bir kadın yüreğindeki çığlıkları duyuramıyor. Duyuracak gücü olmuyor. Korkuyor. Bir elin onu bu karanlıklardan kurtarmasını umarak sessizce bekliyor. Haykırsa yaşadıklarını, daha fazla yitip gitmekten korkuyor. Sevdiklerinin canının yanmasından korkuyor, çoluğunun çocuğunun bir lokma ekmekten olacağından korkuyor. Sadece nefes alıyor bazen kadın, ayakta ve hayatta durmaya çalışıyor..."
Makale ve yazılarımın çoğu ‘kadın’ ın ötekileştirilmesi üzerine... Cinsiyetçiliğin toplumun masum bir geleneği haline gelişi ve bu büyük hataya en fazla biz kadınların düşmesi, erkek egemen toplumun günden güne toplumu vicdani duyguları hiçe sayarak geriletmesi... Herkes için genelleme yapmanın doğru olmadığı kanaatine tabi ki inanarak kadın haklarının gözardı edilmesi, hatta hiç var olmaması durumuna sonuna kadar katılanlardanım. Peki bu durum sadece bizim toplumumuzda mı baş göstermekte? Hayır. Kesinlikle hayır. Dünyada bambaşka ülkelerde, belki de binlerce yıl öncesinde, binlerce kilometre ötemizde, bambaşka dilleri konuşan, apayrı toplumlarda fakat aynı ezilmişliği ve hor görülmeyi defalarca yaşamış ve yaşamakta olan kadınlarımız var. Sosyal medyada, romanlarda, yazılarda her yerde karşımıza çıkan bu kadınlar belki de yaşantılarının değişmesini beklediler yıllarca. Bir elin onları kurtarmasını bekledi kimi, kimi ise kendi hakkını er ya da geç aradı, aldı ve refaha kavuştu.
Her toplumda karşımıza çıkan cinsiyetçi tutumların bizim ülkemizdeki farkı kadınlarımızın, haklarının aranmayacağına dair inancı ve kadın hakları yasalarının maalesef ki ülkemizde yetersiz olması. Bu nedenle susuyorlar... Susuyorlar çünkü korkuyorlar. Daha kötüsünden, daha büyük bir yıkımdan kaçıyorlar. Ailelerinin düzenlerinin bozulacağını düşünüyorlar. Peki huzurun olmadığı bir ailede düzenin var olması mümkün müdür? Mutsuz bir kadın o aile içerisinde iyi bir anne olarak kalabilir mi? Bu sorularla kendi hayatını sorgulayabilirdi bir kadın, eğer haklarının korunduğunu bilseydi ve güvende hissetseydi…
Kadınlarımız bugüne dek kendilerince makul gördükleri sebeplerden sustular veya susturuldular. Bir istismara ya da bir cinayete ‘kurban’ edilmemek için belki... Suçlanacaklarını düşünerek... Bir iftirayla karalanmamak için belki… Yüzlerce ihtimali düşünerek susmayı tercih ettiler. Cinsiyetçiliğin Türkiye’de kadınlar üzerinde ağır baskılara sebep olduğunu kadınlar hemcinslerim oldukları için mi savunuyorum? Kesinlikle hayır. Objektif bir çerçeveden ve empati ile bakmaya çalışıyorum hayatlara, belki ülke gerçeklerini samimiyetle gören ve işleyen birçok erkek yazarımız gibi…
Kadınlar olarak hayatta birçok güçlükle karşı karşıya kalıyoruz, sorumluluklarımız dışında kalan apayrı zorluklar, çevremizde karşılaştığımız tecrübeler de cabası. Bu sayacaklarım eminim ki hepimizin çevreden duyup gördükleri, aslında doğrudan şahit olduğumuz, bazen haberlerden okuduğumuz ve sadece ‘vah vah’ diyerek geçiştirdiğimiz hayatlardan kesitler... Tam da yanıbaşımızda olan ama belki de görmezden gelmeyi tercih ettiğimiz hayatlar… Sözlü tacizler, küfürler, gözardı edilen fiziksel şiddetler, geçiştirilen psikolojik baskılar… Tacize maruz kalan bir kadına hemcinslerinin dahi inanmaması, anasının çocuğunun istismarına göz yumması, sokak ortasında linç edilen bir kadın için kimsenin kılını kıpırdatmaması ve hatta o sırada olayı sosyal medyada paylaşması, aşağılanan kadınlar ve hatta hemcinsleri tarafından hor görülen aşağılanan kadınlar... Ve giderek artan kadın cinayetleri…
Çok tanıdıklar öyle değil mi? Özellikle son örnek…
Kendinde ‘can alma’ cüretini gören insan(!) yığınlarının işlediği bu suçların giderek artmasına neden olan tek şey bilinçsiz çoğalma. Ailelerin eğitemedikleri çocuklar yıllar içinde yaşantılarla ve ailenin de ‘kötü’ örnekler teşkil etme kısır döngüsü ile suça meyilli kişilikler haline gelmekte. Teknoloji ve modernleşmenin ileri seviyelere taşınmasının kalp ve vicdan gelişimini etkilemediğini hepimiz görüyoruz. Giderek vurdumduymaz, vicdani açıdan gerileyen ve sadece kendi çıkarları için yaşamını idame ettiren bir toplum halini alıyoruz. Bu sorunu ki sorun olarak görmeyi bırakın bazı davranışları gelenek görenek sayıp doğru bulanlar dahi varken ortadan kaldırmak için çaremiz çocuklarımızı doğru eğitmek ve hatta bir mecburiyetmiş gibi sürekli çocuk yapmayı bırakmak! Bu döngünün kısırlaşmaması ve olması gereken çaba ve olumlu ilerlemenin devam edebilmesi için anne babalarımızın da eğitilmesi ve tutumlarında bir değişiklik olmaması adına bu sosyal ve vicdani eğitimi sürdürmeleri gerekiyor. Belki bazılarımıza ütopik gelecektir bu fikir, fakat en azından bir adım atmakta fayda var yerinde saymaktan ya da gerilemektense...
Çocuklarımızı kadın erkek diye sınıflandırmadan, onların iş bölümünü cinsiyet ayrımı olmadan yapmak ilerde bu davranışları çocuklarına da yapmalarını engellemiş olacaktır. Kadın ve erkek bir bütün olarak görülerek ve ‘sen bunu yapamazsın, bu sana göre değil, sen kadınsın, sen erkeksin sana yakışmaz!’ gibi söylemleri bir kenara bırakarak sadece insan olmanın gerektirdiği sorumlulukları önyargısız, ayrımsız bir şekilde ve ötekileştirmeden yapmayı ilke edinmiş bir toplum olursak her şey günden güne daha iyiye gidecektir...
Kadın olmak adaletsiz bir düzende bu derece zorken, ötekileştirerek, tehditlerle susturarak, sindirmeye çalışılan kadınların gün gelip kendi güçlerini fark ederek toplumun da yardımı ile erkek egemen toplumda eşit haklara sahip bireyler olarak sesini özgürce duyurduğu günleri görebilmemiz ümidi ile…