Ah dünya! Ne büyüksün! Neler neler taşırsın içinde. Varınla yoğunla… Neler bilirsin de anlatmazsın. Herkes sana yükler gamını kederini. Senden bilir olanı biteni. Duyan gelir. Ah canım! Güz sende bahar sende. Yazın varken kışının yükü mü var? Çeşit çeşit senaryolar yaşanır seninle. Kah oyuncusu olursun filmin kah bir klaket yönetmenin elinde. Yaşayanın var ölenin var. Okyanusunda boğulanın var… Senden çekeni var, sana çektiren… Çeşit çeşit dünyan var…
Ah insan! Haddi hesabı yok aldığın ahların, ettiğin vahların. Öyle bir ders verir ki hayat, ödersin bedelini tüm yaptıklarının. Unutma ki kopardığın bir gülün hesabı var… Kırdığın kalbin günahı… Daha ne kadar yol alabilirsin sırtına yüklediklerinle? Ne verebilirsin ki hayata o kirli ellerinle? Bir “ah” duymadan hiç kimseden; acıtmadan tek bir canlının ‘can’ını, bir karıncayı incitmeden; “Ah ben ne yaptım!” demeden; yaşarsan dünyanda ak kalbin değişmeden… O vakit tüm zenginlikler ömrün boyunca gelir seninle, gideceğin her yere… Alacağın her temiz nefeste, rahat bir yürekle…
Ah nerde o eski günler? Eskilerin tatlı samimiyetleri, gerçek mutlulukları ve hormonsuz hayatları? Nerde o utangaç aşıklar muhallebicilerde? Ve bir kez görebilmek için saatlerce beklemek bir köşede… Su sırasına girmek belki ama yorulmamak sıcak sohbetlerle… Tamamlanma umudunda değerliydi eksikler de. Yokluklar ama büyük mutluluklar küçük şeylerde. Birden dönülse geçmişe, ah nerde! Ne varsa eskilerde, bulaşmalı yeni olan her şeye!