İnsanın yani bizim kim olduğumuzu irdelemeden önce, içinde bulunduğumuz bu devasa evrenimiz hakkındaki bazı bilgilerimize göz atarak, bizi ortaya çıkaran oluşumları özetleyelim.
Yaklaşık 14 milyar yıl önce evren diye bir şey yoktu.
14 milyar yıl önce Higgs bozonu dediğimiz bu sıfır noktasından, adına Big-Bang dediğimiz bir patlamayla evren ve zaman oluşmaya başladı.
Bugün fizik bilimi, bu evrenin oluşmaya başladıktan sonra ilk saniyelerinde fizik yasalarını ve işleyişini biliyor. Fakat 10 saniye öncesinde ne olup bittiğini bilmiyor. Bu dönemde neler olduğunu ve fizik kurallarını öğrenebilmek için CERN’ de sürekli deneyler yaparak bu belirsizliği de açığa kavuşturmaya çalışıyorlar.
Başlangıçta sonsuz kütle ve sıcaklığa sahip evren genişlemeye başladı. Sıcaklık azalıp kütle düşünce kuarklar ve kuarkların üçlü guruplar halinde birleşmesiyle proton ve nötronlar oluştu. Böylelikle evrenimizi oluşturacak olan temel parçacıklar oluşmuş oldu.
İlk oluşan atom çekirdeği 1 protondan oluşan Hidrojen çekirdeğidir. Hidrojenden sonra oluşan atom çekirdeği ise 2 proton + 1 nötrondan oluşan Helyum çekirdeğidir. Böylelikle kozmik tohumlar atılmış oldu.
Hidrojen ve Helyum yeterince büyüyüp birleşerek yıldızları oluşturdu. Yıldızların kümelenmesiyle galaksiler oluştu. Yıldızların parçalanmasıyla kopan parçalar trilyonlarca gezegeni oluşturdu.
Bizim üzerinde yaşadığımız dünya gezegeni de trilyonlarca gezegenden birisidir. Yani evrende var olan canlı ve cansız her şey Big-Bang’le ortaya çıkan ve bir enerji olan parçacıkların yoğunlaşmış halidir.
Buraya kadar kısa bir özeti verilen evrenin oluşumu, bilimin tarifidir.
1970’lere kadar uzanan bu çalışmalar sonucu Prof. Pribram ve Prof. Bohm’un çalışmaları bir arada düşünülüp yorumlandığında şu sonuç ortaya çıkıyordu: “Beyinlerimiz, temelde başka boyutlardan, uzay ve zamanın ötesindeki daha derin bir varoluş düzeninden yansıyan frekansları yorumlamak suretiyle nesnel gerçekliği matematiksel olarak oluşturmaktadır. Beyin, holografik bir evrenin içerdiği bir hologramdır.”
Bu tespite göre “bizim içinde yaşamaya alıştığımız ve algıladığımız anlamda bir dünya yoktur. Bizim dışımızdan gelen bir dalga ve frekans okyanusu vardır. Bu dalgalar girişimini, frekansları, hologram beyinlerimiz bize dağlar, nehirler, canlı ve cansızlar ve bizim gördüğümüz nesnel varlıklar olarak dönüştürmektedir.
Yani gördüklerimiz, yaşadıklarımız ve bizatihi bizler kendimizde birer gerçek olmayıp başka bir hologramdan yansıyan hayali nesneleriz. Yani bizler başka bir hologram görüntüye bakan kimseler değil, o hologramın parçalarıyız.” deniyor.
Prof. Einstein ve Prof .Stephen Hawking de benzer şeyleri söylüyorlar.
Holografik evren anlayışına göre biz gerçek miyiz? Yoksa bir hologram görüntüden mi ibaretiz veya çok özel üretilmiş yapay zeka mıyız? Bu görüş ve düşünceler tartışılabilir.
Eğer biz bir illüzyon veya yapay zeka değil de gerçek isek, ne tür varlıklarız? Hangi vasıflarımız ve yeteneklerimiz var? Gerçekte üstün zekalı ve her türlü bilgiye erişebilme, her şeyi görme, duyma, algılama ve tatma yeteneğine sahip miyiz?
Bunlara bir bakalım...
İnsan doğarken, görme, duyma, dokunma, tatma ve algılama yetenekleri ile donatılmış olarak dünyaya gelir. Daha anne karnındayken oluşmuş olan DNA’larına yüklenmiş olan programlar ve bu programların beyin dediğimiz, elektrik ve kimyasal yolla çalışan, devasa kapasite ve hızdaki doğal bilgisayarlara aktarılması ile insan yaşamını sürdürür.
Biz insanlar beş duyusu belli sınırlar içinde çalışan, belirlenen sınırlar dışında bu duyuları hiçbir işe yaramayan varlıklarız.
Bu beş duyumuzdan en güncel olanı görme duyumuzdur. Görme olayı ise gözde gerçekleşen bir durum değildir sanılanın aksine. Güneş ışınlarının bir cisme çarpıp, o cisimden göze yansıyan ışınların gözün retinasında elektrik enerjisine çevrilerek, beynimizin görme merkezine gönderilmesi ve beynimizin de bu elektrik akımlarını yorumlayarak, kafamızın arkasındaki zifiri karanlıktaki bölgede görüntüyü oluşturarak, sen şu şekli görüyorsun diye bir yorumda bulunmasıdır.
Yani burada ne gördüğümüzü söyleyen gözümüz değil beynimiz, daha doğrusu beynimizin yorumudur.
Esasında biz bir şey görmüyoruz. Beynimiz sen şunu görüyorsun diye bir yorumda bulunuyor, biz o yoruma inanıyoruz.
O zaman gördüklerimizin gerçek olduğuna nasıl inanacağız?
Hologram beyin ve hologram evren iç içe olduğuna göre beyinlerimizde oluşan bu görüntülere evren içindeki herhangi bir merkezden müdahale edilmediğinden nasıl emin olacağız? Keza tüm evreni de bu yolla gözlemliyoruz.
Evrende var olan ışıkların çok azını görebiliyor, çok büyük bir bölümünü göremiyoruz. Göremediğimiz ışık huzmelerinin görüntüleri ve renkleri nasıl bir şeydir onları bilmiyoruz. Gördüklerimiz var olanların çok küçük bir bölümüdür.
Görme konusunda biz sadece Güneş’ten gelen ışınların oluşturduğu objeleri görmek için yetkilendirilmişiz. Diğer ışınların oluşturduğu objeler bize gösterilmiyor. Bu nedenle gördüğümüz hiçbir şey gerçeğin ta kendisi değil, sanal görüntülerdir, beynin talimatlarıdır.
11 boyuttan oluşan evrende sadece 3 boyutu görebilecek kadar yetkilendirildik.
Neticede biz beş duyusu sınırlandırılmış ve ona göre yetkilendirilmiş, sadece üç boyutu ve zamanı algılayabilen, diğer boyutları algılayamayan, sınırlı duyularımızın yeterliliği oranında beyinlerimizi de sınırlı kullanabilen varlıklarız. Dünya dediğimiz şu açık hava hapishanesinde belirlenmiş sürelerle ve sınırlandırılmış yetkilerle yaşama mahkum edilmiş kişileriz. Belki de çok gelişmiş ama dışarıdan kontrol edilebilen yapay zeka robotlarız.
Biz 3 boyutlu yapımız itibari ile, tümüyle bilmediğimiz ve algılayamadığımız şeyleri sorgulamak yerine peşinen reddetmeyi tercih ederiz.
Mesela halklar arasında varlığı yaygın bir kanaat olan ve görüldükleri sürekli iddia edilen UFO’ları bile sorgulamak yerine, inkar edip, reddedişimizin nedeni de budur.
Halen evrende görebildiklerimiz, göremediklerimizin çok ufak bir dilimini teşkil etmektedir. 3 boyutla sınırlı olmamız nedeni ile Kuantum Fiziğinin olması gerektiğini söylediği diğer boyutlarda olan biteni görmemiz mümkün değildir. Ancak akıl yoluyla yorum getirebiliriz.
Bu durumda hala neden "Görmediğim şeye inanmam.!" diyenler var şaşırmamak elde değil. Yetkilendirildiğimiz kadar bilgi sahibiyiz. Tüm duyu organlarımız belli kapasiteye kadar kodlanmış. Beynimizin gördükleri acaba gerçek mi? Bizi ziyaret eden varlıklar olabilir mi? Gelseler bile sınırlı görme yetimizle onları görmemiz ne kadar mümkün?
Velhasıl evrende biz ne kadarız? Bunu bir sorgulamamız gerek. Bu kadar soru ve beraberinde getirdiği belirsizlik, 3 boyutu aşamayan düşüncelerimiz ürkütücü olabilir.
Ama bu ürküntü evrenin büyüklüğü ile ilgili değil egomuzun büyüklüğü ile ilgi olmalı.
Işığınız bol olsun.
Selam ve dua ile..