Hakikate ulaşmanın pek çok yolu vardır. Bazen bir kitap, bazen bir doğa olayı, bazen bir insanın yaşantısı bizlere ilham kaynağı olabilmektedir. Hakikat kavramına yüklediğimiz anlam, inanç ve beklentilerimiz düzeyinde karşılık bulmaktadır. Kimine göre bu hayatın hakikati, en büyük zevkleri yaşamak olabilir. Hayattan zevk almak bir yaşam felsefesi haline gelmiştir. Böyle düşünenler için sınırlar ve sorumluluklar olmadan yaşanabilir. Kimine göre ise bu dünyada iyi, erdemli, sorumluluk sahibi ve sınırlara riayet etmek daha önemlidir. Bunları yapmanın hakikate giden yolu kolaylaştırdığı anlayışı hakimdir.
Toplum olarak bireylerden erdemli ve iyi bir insan olma beklentimiz var. Bu beklentimizin olmasında; hem inandığımız din hem de sahip olduğumuz kültürün, gelenek-göreneklerin etkisi vardır. Konuya açıklık getirmek adına şu soruları sormak da gerekir. Hakikate, erdemli ve iyi olana nasıl ulaşabiliriz? Önce doğruyu mu yoksa önce yanlışı mı bilmek gerekir? Bu sorulara cevap bulmak için Farabi'nin yıllar önce söylediği şu sözü hatırlamakta fayda var: "Önce doğruyu bilmek gerekir. Doğru bilinirse yanlış da bilinir. Ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşılamaz."
Toplum olarak her ne kadar bu düşünceye sahip olsak da farklı düşünenler var. Özellikle elit ve ekonomik anlamda iyi bir seviyede olan bazı bireyler yanlışları yaparak doğruyu bulabileceğini, böylece hakikate ulaşılabileceğini savunur. Örneğin rahat bir yaşam süren ve maddi olarak sıkıntı yaşamayan bir aile düşünelim. Bu ailedeki 8 yaşlarında olan bir kız çocuğunun yaşantısını ele alalım. Aile kız çocuğunun tercihlerine karışmıyor ve çocuk kararlarını kendi başına alıyor. Bazı yanlışlar yapsa dahi zamanla doğruyu bulacağını umarak müdahale etme gereği duyulmuyor. Bu kız çocuğu bu yanlışlar ile büyür. Ailenin ise beklentisi bu yanlışlardan sıyrılmış doğruların temsilcisi bir kız çocuğu.. Aslında mantık olarak bu düşüncenin savunabileceğimiz yönleri var. Yanlışlarını bildiğimiz, öğrendiğimiz ve yaptığımız eylemlerin doğruluğunu da bulabilmeliyiz. Ancak insanı ele alırken unuttuğumuz bazı gerçekler var. Bizler birer nesne değiliz ki defalarca yanlışa maruz kaldıktan sonra işe yarar bir doğru olarak ortaya çıkalım. Bizler alışkanlıklarımızın kölesiyiz. Bizzat kanımıza işlemiş eylemlerden kurtulmak zordur. Nefsimize hoş ve kolay geleni zayıf irademizle bertaraf etme yiğitliğini nasıl sergileyeceğiz? Evet, önce doğruyu öğrenmek lazım. Müktesebatımızda doğrular olmalı, doğru olan eylemler ile yol almalıyız. Beslendiğimiz kaynaklar sağlam olmalı ki yanlışlara karşı bizi dirençli tutabilsin. Ayrıca yanlış insanların, özü sözü bir olmayanların meclisinde doğruyu aramak beyhude bir uğraştır.
İyi ve doğrular ile yoğrulmuş bir beyin, erdemli davranışlar ile hem dem olmuş bir vücut hakikati bulmaya daha yakındır.
Emrah Gürbüz