Eğitim-öğretim faaliyetlerinin evrensel, temel hedefleri ve özel hedefleri vardır. Olmalıdır. Bu hedeflere ulaşmak adına güncel çözümlerin her daim olması gerekir. Küreselleşen dünyada evrensel değerlerin kazandırılması hem toplum hem de birey için artık bir ihtiyaç niteliğinde. Ancak evrensel değerler hiçbir zaman bizi özümüzden uzak tutmamalı. İçinde olduğumuz toplumun değerlerini benimseterek ve bireye özgü çalışmalar yaparak hedefleri gerçekleştirmeye çalışmalıyız.
Ülkemizde son yıllarda bireyin aktif katılımını hedef alan bir öğrenme faaliyeti yürütülüyor. Bireyin öğrenmeye katılımını artıracak programlar, yöntemler, taktikler geliştiriliyor. Geliştirmeye de devam etmek lazım. Ancak tüm bunların etkili olması için bazı noktalarda değişime gitmek şart. Bunun yolu da toplum olarak bakış açımızı değiştirmek ile ilgili. Daha etkili ve kaliteli bir başarı adına eleştirel ve sorgulayıcı bir anlayış geliştirmeliyiz. Öğretmenin özgün hareket etmesi, velinin fikirlerinin dikkate alınması, öğrencilerin farklı görüşlerinin değerlendirilmesi gereklidir.
Amaç öğrencileri hem davranışlar hem de öğrenme yönüyle en iyi şekilde hayata hazırlamak. Her öğrencinin anlama ve kavrama düzeyi farklıdır. Her öğrenci matematiği en iyi şekilde yapamaz. Her öğrenci güzel şarkı söyleyemez. Veya herkesten çok güzel resim yapmasını bekleyemeyiz. Bu gerçekleri bazen veli kabul etmiyor. Özellikle okullarda öğrenme düzeyi farklı öğrencilerin aynı sınıfta olmasını doğru bulmuyorum. Başarı düzeyi birbirine yakın öğrenciler için yapılacak öğretim çalışmaları ayrı olmalıdır. Aynı konuları seviyelerine uygun bir şekilde işlemek gerekiyor. Bunun için ayrı bir ortam ve eğer mümkün ise o düzeye hitap edecek yeterliliğe sahip öğretmenler olmalı. 20 kişilik bir ilkokul 4.sınıfı ele alalım. Bunlardan 8 i hem anlama hem kavrama hem de sayısal verileri kullanma açısından iyi düzeyde ve birbirine yakın olduğunu düşünelim. Bu öğrenciler ile yapılacak çalışmalar daha ileri düzeyde ve seviyelerine hitap edecek ölçüde olmalı. Diğer öğrenciler için yapılacak çalışmalar ise daha esnek ve öğrenmeyi kolaylaştıracak adımlar şeklinde olmalı. Çünkü öğrencinin kapasiteni aşan görevler, ödevler, çalışmalar, hedefler, beklentiler başarıyı getirmez. Tam tersine bunları yapamadığı için özgüven eksikliği, yetersizlik duygusu ve başarabilme korkusu yaşayacaktır. Eğer öğrenme açısından karma bir sınıf oluşturursak başarılı veya daha az başarılı öğrencilere hak ettikleri ölçüde bir öğretim sunamayız. Hızlı kavrayan öğrencinin zamanını çalmış olacağız, daha yavaş öğrenen öğrencinin de kendini yetersiz görmesine sebep olacağız. Her öğrenciye aynı düzeyde öğrenme faaliyeti sunmak eşit davrandığımız anlamına gelmez. Ancak her öğrencinin performansına ve kavrama düzeyine uygun bir öğrenme sergilersek adil davranmış oluruz. Böylece bireye bakan yönüyle öğrenmede eşitlik kavramından bahsedebiliriz.
Öğrenmede adil ve eşit olmanın önündeki en büyük engellerden biri velidir. Velilerimizin çoğu yukarıda değindiğimiz gerçekleri kabul etmek istemiyor. Veli çocuğunun başarısız olduğunu zaten biliyor. Ya da belli konularda yetersiz olduğunun, özel çalışmaların yapılması gerektiğinin farkında. Gelgelelim başarı düzeyi daha düşük bir sınıfta olmasını kabul edemiyor. Çocuğuna özel veya düzeyine uygun çalışmaları reddedebiliyor. Bunun en büyük sebebi çocuğuna yönelik başarısızlık etiketine maruz kalma düşüncesi. Ve sonrasında onun benliğine çocuğu üzerinden yöneltilecek olumsuz sözlerin muhatabı olmak... Her birimiz güzel sözlere ve övgüye ihtiyaç duyarız. Bir veli de doğal olarak çocuğu ile ilgili olumlu sözleri dört gözle bekler. Ancak her zaman bunun olamayacağı gerçeğini de kabullenmek gerekiyor. Bu realitelerle hem birey hem de toplum olarak yüzleştiğimiz zaman başarıyı yakalama adına ilerleriz.