"Doğduğumuz andan itibaren üzerimize giydirilen kimliklerin, bizi biz olmaktan ne kadar uzaklaştırabileceğini hiç düşündük mü? Kendi varlığımızı keşfetmek, başkalarının bizlere dayattığı rollerin ötesine geçmeyi gerektiriyor."
Daha doğduğunuz ilk beş dakikada kim olduğunuz size söylenir. Adınız belirlenir. Milliyetiniz kimlik kartınıza kazınır. Dininiz nüfusa yazılır. Mezhebiniz, siz konuşamadan sizin adınıza konuşmaya başlar. Ve siz, bütün bir ömrünüzü bu seçmediğiniz kimlikleri savunmakla, açıklamakla, bazen de utançla taşımakla geçirirsiniz.
Bebekler doğduklarında ağlar, çünkü dünyaya ait yükleri hissetmeye başlarlar belki de. Henüz gözlerini açmamışken, kulağınıza ezberler fısıldanır: "Sen busun." "Şu millettensin." "Bu dine mensupsun." "O mezheptensin." Sanki doğarken bir yazılım yüklenir insana. Özgür bir birey değil, tanımlar yığını olarak girersiniz hayata.
Zaman geçtikçe bu etiketleri sahiplenmeye başlarsınız. Çünkü aidiyet, insan doğasının en temel ihtiyaçlarından biridir. Ama çoğu zaman bu aidiyetin özgür iradenin değil, toplumsal yönlendirmelerin sonucu olduğunu fark etmek zordur. Size verilmiş olanı sorgulamak, "Neden?" demek; hele ki din ve milliyet gibi kutsal sayılan başlıklar söz konusu olduğunda, neredeyse tabu haline gelir.
Ne yazık ki çoğu insan, seçmediği şeyleri seçmiş gibi savunur. Ailesinden öğrendiği dini, sorgulamadan mutlak doğru kabul eder. Doğduğu ülkeyi yüceltir, başka milletleri küçümser. Mezhebini, ait olduğu tek doğru yol zanneder. Ve tüm bu inançlar, bir çocuğun doğduğu andan itibaren içine çekildiği görünmez bir havuzdan ibarettir.
Bu noktada durup sormamız gerekiyor: Gerçekten kimiz biz? Seçmediklerimizin toplamı mıyız? Yoksa bize verilen rollerin dışına çıkabilecek, kendi benliğini arayabilecek cesarete sahip bireyler miyiz?
Dünyayı anlamak, önce kendini anlamaktan geçer. Kendini anlamak ise, kendine sorular sormaktan. “Bu adı ben mi seçtim?” “Bu inancı ben mi tercih ettim?” “Bu memleketi, bu sınırları, bu kimliği ben mi belirledim?” Eğer bu sorulara “Hayır” cevabını verebiliyorsanız, o zaman belki de başkalarının tanımlarıyla değil, kendi cümlelerinizle var olmanın zamanı gelmiştir.
Doğumla yüklenen kimliklerimizi tamamen reddetmek zorunda değiliz. Ama onları sorgulamak, yeniden anlamlandırmak ve tercihe dönüştürmek; işte bu, gerçek özgürlüğün kapısını aralayabilir.