Zaman zaman hepimiz içimizde dolduramadığımız bir boşluğun varlığını hissederiz. Kimisi bu boşluğu doldurmak için bir dağın zirvesine çıkarak ayağının altına aldığı şehri izlemeyi tercih eder. Kimisi bunu yeterli bulmaz ve kendisini o yükseklikten paraşütle aşağı bırakarak nefesinin kesildiğini hissetmeyi tercih eder. Kimisi çok zengin olmak ister, harcayamayacağı kadar çok kazanır. Kimisi paranın bu boşluğu doldurmadığını fark ederek kendisini insanlara yardım etmeye adar kendisini. Kimisi bilgeliğin zirvesine ulaşmak için okur, okur ,okur… Tüm bunlardan sonra bile durup kendisini dinlediği vakit o boşluğun yine de orada durduğunu hisseder. Çok güçlü olmak, çok zengin olmak veya çok bilmek “O” boşluğun kapanması için hiç bir zaman yeterli değildir. Kimisi için bu “boşluk hissi” itici bir güç haline gelirken kimisi için üzerine çokta düşünülecek bir vaziyet değildir.
En yükseğe de çıksak, yerin en dibine de ulaşsak, birgün Mars’a dahi yerleşecek olsak bu histen kurtulamayacağız. Bu boşluğu “özgürlük arayışı” olarak adlandırabiliriz. Peki bedenin özgürlüğü mü , ruhun özgürlüğümü? Yani sırtıma bir çanta alarak çıktığım dünya turu mudur “özgürlük” ,yoksa oturduğum yerden içimin derinliklerine doğru yaptığım yolculuk mudur ?
“Benim için de özgürlük menüden istediğim yemeği seçmek, elbiselerim arasından kendime yakışanı seçmek, iki kitaptan birisini seçmektir” diyebilirsiniz.
Özgürlük yediğimiz yemeğe , giydiğimiz kıyafete , okumak istediğimiz kitaba karar vermek kadar basit olabilir mi ? Doğduğumuz yer, ismimiz, ailemiz, dilimiz, ırkımız gibi çok mühim olan bu konular üzerinde bile özgür bir seçimimiz yokken “yemek ,kıyafet, kitap” gibi konuların seçiminde “Özgür irademle seçtim” söylemimizdeki o özgüveni sorgulamaya gelebilmeliyiz.
Doğduktan sonra belli bir çevrenin parçasıyız, bebekliğimiz ve çocukluğumuz boyunca aldığımız hiç bir karar bizim seçimimiz değil. Yediğimiz yemeğe, giyeceğimiz kıyafete, oynayacağımız oyuna, içinde bulunacağımız ortama hatta arkadaşlarımıza kadar tüm seçimlerimizi çevremiz belirlemekte (çoğunlukla anne-babamız).
“Bu benim kendi seçimim” dediğimiz tüm seçenekleri dikkatli bir şekilde incelediğimizde görürüz ki “çevre etkisinin izlenimleri” vardır. Sürekli çevre tarafından etki altına alınıyoruz. Seçimlerimizde ilk belirleyici olan şey ,çevrenin beklentilerini karşılayacak ve çevreyi doyuma ulaştıracak tercihler dizisini hayatımıza entegre etmek. Çevreden aldığımız izlenimler , yaşanmışlıklar bizlerin karar verme aşamalarında rol oynayacaktır .
Televizyonda, internette, günlük hayatta karşımıza sık sık çıkan reklamlar bile “hiç ihtiyacımız olmadığı halde” ürünleri bize “ihtiyacımızmış” gibi gösterir ve bizde satın aldığımız bir çok ürünü bu şekilde satın alırız.
Bu süreç o kadar sinsi bir şekilde ilerler ki , hiç bir zaman bunun bize empoze edildiğini farketmeyiz ve tüm hayatımız boyunca her şeyi “kendi tercihlerimizmiş” gibi kabulleniriz.
Peki neden böyle düşünüyoruz? Çünkü bizler ızdıraptan kaçan , mutluluk toplama peşinde koşan canlılarız. Bu arzuları dışardan aldığımız fikri bizi rahatsız edeceği , hatta bizleri eli kolu bağlıymış gibi hissettireceği için bunu düşünmek bile istemeyiz.
Kısacası doğduğumuzda dünyaya gelmek isteyip , istemediğimizden tutun da adımıza, ailemize, ırkımıza, cinsiyetimize biz karar vermedik.
Bebekliğimizde; yediğimizde, içtiğimizde, nerede yaşayacağımızda, oynadığımız oyuncakta bizim bir seçim şansımız yoktu.
Çocukluğumuzda; okulumuza, arkadaşlarımıza, birçok tercihimize bizim adımıza karar verdiler.
Tüm bunlar yetişkin oluncaya kadar bizlerin gelecekte vereceği kararların temelini oluşturdu. Yetişkinlikte de , modaya göre giyinmek, çevrenin beklentilerine karşı yuvamızı kurmak, eşimizi bile aile kültürümüze uyum sağlayacak kişiden yana kullanmak “özgürlüğümüzün” bizlerin elinde olmadığını göstergesidir.
Peki insan ne zaman özgür bir seçim yapabilir? Doğaya geliş sebebini anlama çabası ile tercih yapan insan , “kalbinin rahat ettiği yerde özgürdür”. Bizler dünyaya sadece yemek, içmek, eş seçmek, üremek ve ölmek için gelmiş olabilir miyiz? Çevre her seçimimizde bizleri etkilese de insan sadece “varoluşunun anlamını ararken, kalbinin rahat ettiği yerde kalmayı” tercih ederek gerçek manada özgür seçimini yapar. Çevre her konuda seçimlerimizi etkileme gücüne sahip olsada “kalbin anahtarı ,kişinin kendi elindedir.”
Bu çetrefilli şeyleri böyle rahatça (çok anlaşılır bir şekilde) anlatabilmek “cevher” gerektirir. Sizi tekrardan tebrik ediyorum ve yazılarınızın hiç ummadığınız kadar geniş kitlelere bir an önce ulaşabilmesini diliyorum.
Fani ve doyumsuz bedenlerimizden sıyrılıp ruhumuzun ufuklarında dolaşabildiğimiz, ruhumuzun özgünlüğünün farkına varabildiğimiz kadar özgür olduğumuz kanaatindeyim. Ruhumuzun ihtiyaçlarını keşfedip onu doyurabildiğimiz ölçüde de boşluğun dolabileceğini düşünüyorum. rnDeğerli yazınız için tebrik ediyorum..