"....İki arkadaş ile anlatılan bir hikâye daha duydum, bir tanesi kral oldu ve diğeri ise dilenci. Dilenci olan gidip kral arkadaşına içinde bulunduğu kötü durumu anlattı.
Hikâyesini dinledikten sonra kral hazine bakanına bir mektup yazar ve iki saat içerisinde arkadaşının istediği kadar para alma izini olduğunu söyler. Dilenci hazineye küçük bir kutuyla gelir ve küçük kutusunu parayla doldurur. Hazineden çıktıktan sonra, hazine bakanı kutuya vurur ve tüm parası yere saçılır. Ve bu defalarca böyle devam eder ve dilenci ağlamaya başlar ve ağlayarak sorar “Neden bana bunu yapıyorsun?” sonunda cevap verir, “Buradan bu zaman içerisinde aldığın tüm para sana ait ve alacaksın. Hazineden yeterince para alacak bir kutun olmadığından sana böyle bir oyun oynadık.”
Şimdi bu hikayeyi biraz açalım. Sonsuz bolluk içinde bir evrende yaşıyoruz ve yaratılış amacımızın tek bir sebebi var oda “mutlu olmak”. Sevmemizin, nefret etmemizin, savaşmamızın, barışmamızın ve ordan oraya deliler gibi koşuşturmamızın, hatta tüm dünyayı yutmak istememizin altında yatan tek sebep bu.
Yaşarken bize uzun gelen ancak göz açıp kapayıncaya kadar biten kısacık bir hayatımız var ve bizler adeta hikayedeki dilenci gibiyiz. Yalnız buradaki dilenci bizim düşündüğümüz gibi yoksulluktan dolayı düşkün hale gelmiş birisi değil. Burda tasvir edilen dilenci aslında içsel olarak eksikliğini tamamlayamamış, neye sahip olursa olsun olduğu yere aidiyet hissedenmiş birisi. Yazının devamında ne demek istediğimi daha iyi anlatabileceğimi umuyorum.
Hikayedeki dilenci gibi elimizde küçük bir kabımız var ve tek arzumuz kabımızı mutlulukla doldurmak. Bu oldukça masum ve bizim gücümüzün dışında bir arzu çünkü biz bunun için var edildik. Eğer mutlu olmayı istememiz bir kusursa bunun için şöyle denilir. “Beni yapan ustaya git!” Çünkü bu kadar sonsuz arzuya sahip olmamızın kökünde yatan sebep şudur ki, yaratılışta bize sonsuz mutluluğu vermek istiyor. Bu nedenle bu dünya mükemmel bir şekilde ve eksiksiz olarak donatılmış. Arayıpta bulamayacağımız hiçbir şey yok.
Hikayede şöyle bir ayrıntı saklı. Kral Hazine Bakanına “Sana eski bir dostumu gönderiyorum O’na hazineden şu kadar altın ver.” demiyor. Dilenciye iki saat veriyor ki bu bizim kısacık ömrümüze denk geliyor ve “İstediğin kadar alabilirsin.” diyor. Çünkü Kral aslında bütün hazineyi verme arzusunda. Ayrıca dilenciden alacağını kendi çabasıyla almasını istemeside çok manidar. Çünkü insana çabasının dışında verilen her şey insanda utança sebep olur. Ancak dilencinin yani bizim kabımız küçük. Öncelikle dünyevi hazların içine dalıyoruz. Bütün çabamız arzu duyduğumuz şeye ulaşmak ve bundan haz almak.
Biz zannediyoruz ki bu arzumuza ulaşırsak mutlu olabileceğiz. Zamanı geldiğinde ve çabamız tam olduğunda istediğimiz şeyi elde ediyoruz. Tam bundan bir haz aldık diye düşünürken kapıda bekleyen Hazine Bakanı kabımızı deviriyor ve elimiz bomboş kalıyor. Bu durum tüm arzularımız için böyle tekrar ediyor.
Dilenci kabı her boşalttığında tekrar tekrar içeriye giriyor ve kabını dolduruyor. Taki Hazine Bakanının kabını devirmesi onu bir haykırışa getirene kadar “Neden bana bunu yapıyorsun?” Bu haykırış dilencinin kabını doldurup daha oradan ayrılmadan edindiği mutluluğun ortadan kaybolmasına karşı bir sitem. Bu haykırış bizim maddesel olarak elde ettiğimiz dünyevi hazların kısa bir sürede elimizden alınmasına karşılık gelir. “Neden bana bunu yapıyorsun?” derken “Altınlarımı neden benden aldın?” diye haykırmıyor. “Neden elde ettiğim mutluluğumu elimden aldın?” diye haykırıyor aslında. Çünkü kabını mutlu olmak İçin doldurmak istiyor. Bu durum dilencinin gözünde adeta bir eziyet, bir işkence. Oysaki Hazine Bakanının amacı ona acı çektirmek değil. Amacı kabını büyüterek gelmesi ve daha fazlasını alması.
Bizim kabımızında sürekli boşaltılmasında ki amaç o haykırışa gelmemiz içindir. Bu haykırış ile sonsuz mutluluğun kabımızı doldurmakla alakalı olmadığını keşfedeceğiz. Hazine bakanının “Buradan bu zaman içerisinde aldığın tüm para sana ait ve alacaksın. Hazineden yeterince para alacak bir kutun olmadığından sana böyle bir oyun oynadık.” demesindeki mana budur.
Bu güne kadar yaşadığımız hiçbir şey boşa yaşanmadı , hepsi yaratılışın oyununun bir parçası. Bu yaşanmışlıklar kuruş kuruş birikecek ve tüm insanlıkla birlikte bir sonuca ulaşacağız. Egoist doğalarımızın kendi kabını doldurmayı istemesinin hiçbir zaman mutluluk getirmediğini keşfedeceğiz. Gelmemiz gereken asıl nokta herkesin birbirinin kabını mutlulukla doldurması gerektiğidir. Herkesin birbirinin mutluluğunu düşündüğü bir topluluk yaratmamız gerektiğinin gerçekliğine ulaşmak zorundayız. Yaşanan ayrılıklar, savaşlar, yıkımlar, kıt, zorluklar bizi bu düşüncenin etrafında toplanabilmemiz için itiyor.