Bir gizin sığınağındayız. Ağırlığımızca günahın öfkesine susuyoruz. Dokunmayan yılanlar bin yaşıyor. Galakside yuvarlanmıyor artık bu geoit top ya da boynuzları yoruldu boğanın. Mavisi yeşiline bulaşmak üzere. Kör olmanın gözlerle de bir ilgisi kalmadı. Ateşten değildik, su değildi damarlarımızdan akan ve ruhumuz bu dünyayı hiç sevmeyecekti. Et ve kemik yığınından ibarettik. Toprağın çürüteceği, ateşin yakacağı ya da suyun içine çekeceği... Kabul gören, onaylanan ve sevilen olmanın hedefi peşinde ya da tüm amaçların dışında, belkide tüm gerçekliğiyle hiçliğin içindeydik. Belki Nietzsche haklıydı. Ama haklılık; su götürmez gerçekleri kulak ardı ettiremezdi, evrensel bir tanımı olabileceğine inanmadığım birkaç kavramdan biri olan vicdan kelimesinin, sahipliğini edinen kimselerde. Uzun uzadıya konuşmak kolaydı. İç sesimize kapıyı bir aralasak, tüm duvarlar yıkılacaktı. Taşlar kafa yaracak, kulaklar sağır olacaktı. Ama ne kan aksın ne de kulaklar tıkansın. Yeter ki yılanlara ömürden ömür katılmasın! Tüm dünya inançlarının dışında, hepsini tenzih ederek; kulaklarımda çınlayan bir melodiyle, Nato'nun sesiyle ben de Ya Mavlaan (Ya Mevlam) diyorum.