O an, içimde bir şey parçalanmıştı. Kalbim ağırlaşmış, göğsüm daralmıştı. Şaşırtıcı olan şuydu: Ben içimden dağılırken, dünya dönmeye devam ediyordu. Sanki her şey yıkılmıştı, yer ve gök yer değiştirmişti. Ama dışarıda hayat, her zamanki akışındaydı.
Kaçmak istedim. Uzaklaşmak, unutmak, hatta sadece durmak... Her şey geçene kadar hiçbir şey yapmadan beklemek...
Ama sonra fark ettim: Kaçış yok. Bekledikçe o his kaybolmuyor. İçimde bir şey değişmeden hiçbir şey geçmiyor. Kıyamet dışarıda değil, içimde kopuyordu. Bu duygu gelip geçmiyor; ben değişmedikçe, hep geri dönüyor.
İyi hissetmek istiyorum. Tam, eksiksiz, huzurlu… Ama ne zaman acı çeksem, bu acı beni parçalara ayırıyor. Kalbimdeki sızıya düştüğümde tüm bedenimle hissediyorum. Öylece oturup onunla baş etmeye çalışmaksa hiçbir zaman işe yaramıyor. Acı büyüdükçe, karanlık da büyüyor.
İçimdeki hiçbir hissi ben var etmedim. Ne öfkem, ne sevgim, ne kibirim… Hepsi canım yandığında birden uyanıyor. Kalbim bir deniz gibi kabarıyor; duygular dalga dalga geliyor. Ve o dalgalar bazen her şeyi yıkacak kadar güçlü olabiliyor.
Bu dalga ya kıyıyı yıkar ya da beni açık denize taşır.
Seçim noktası işte tam burası.
Dalganın içindeyken yön seçmeliyim. Kendimle savaşmadan, duygularımı düşman görmeden... Sadece durup bakarak:
“Bu beni nereye götürüyor?”
Çünkü içimde olan her şeyin bir amacı var. Sorun duygular değil, onların neye hizmet ettiği.
Tüm bu yaşananlar, kalbin derinliklerine inmeyi ve orada kökle yeniden bağ kurmayı hatırlatıyor. Ama ne zaman bu bağı unutur, sadece hislerin içinde kaybolursam — işte o zaman gerçekten savruluyorum.
Ne zaman o anla yüzleşsem, onunla konuşsam, oradan anlayışla çıkıyorum. Çünkü bazı yaralar öğretmenin eli gibi davranır: Zorlasa da yön gösterir, yaralasa da uyandırır.
Bu acı her geldiğinde onu ittirdim. Görmezden geldim. Erteledim. Ama o her defasında daha da güçlenerek geri döndü. Sanki hayat, ben anlayana kadar aynı kapıyı çalmaya devam etti.
Şimdi bir eşikteyim. Ve bu defa, sadece bekleyerek geçmeyeceğini biliyorum.
Bu kez almasını bilmem, bu acıyla gerçekten dönüşmem gerekiyor.
İçimden bir ses teslim olmam gerektiğini söylüyor. Ama teslimiyet, kontrolü bırakmak gibi geliyor. Zihnim buna direniyor. Yine de kalbim başka bir şey fısıldıyor:
“Yalnız değilsin. Bu bir çöküş değil. Bu, köke bağlanmak için gelen bir fırsat.
Eğer şimdi yönümüzü doğruya çevirirsek, bu acı sadece bir son değil; yepyeni bir başlangıç olabilir.”
Kalp köke bağlıysa, fırtına da gelse yıkılmaz. Ama bağ koparsa, en küçük bir hayal kırıklığı bile insanı yere serer.
Bir bakarsın, bir sözden öfkeye düşmüşsün.
Bir bakarsın, sessizlik bile isyana dönüşmüş.
Bağlıysan hislerini izlersin. Koparsan, hislerin seni sürükler. Kalbine inip köke bağlanacak mısın, yoksa egonun boşluğuna mı düşeceksin?
Seçim hep burada başlar.
Kötü hissetmek bir çöküş değil, bir çağrıdır.
Kaçtıkça uzar, dinledikçe dönüşür.
Her duygu fısıldar: “Artık eski kalıplarla devam edemezsin.”
Gerçek değişim, o sesi duyduğumuz an başlar. Çünkü mesele sadece hissetmek değil, bağ kurarak anlam bulabilmektir.
Ve işte o zaman,
karanlık da aydınlık gibi hizmet eder.