Bugünkü yolculuğumuzda, aslında senin de farkında olduğun duraklarda biraz mola vereceğiz. Eminim zaman zaman senin de düşündüğün, sorguladığın, içinde hissettiğin şeyler… Biraz seçimlerden, biraz da gerçekten seçip seçemediğimizden konuşacağız. Hayatımıza dair farkındalıklarımızı tazeleyeceğiz. Belki de düşüncelerimizin biraz daha derinlerine cesaretle ineceğiz.
Doğduk… Doğacağımız ülkeyi, şehri, aileyi, ömür boyu arkamızdan seslenecekleri ismimizi seçemeden. Emekledik, yürüdük, büyüdük… Büyüyene dek annemizin dizinin dibindeydik.
Peki sonra?
Oynayacağımız arkadaşları, okuyacağımız okulu, okula hangi yoldan gideceğimizi, nasıl konuşacağımızı, nasıl oturup kalkacağımızı öğrettiler… Toplum ne yerse onu yedik, nasıl giyinirse öyle giyindik.
“Buraya kadar ben seçtim.” diyebileceğin bir şey oldu mu gerçekten? Bu sorunun cevabını bilmemize rağmen içimizde itiraz eden bir taraf var. Onun sesini hepimiz duyabiliyoruz, değil mi?
“Hayır, ben özgür bir ruha sahibim! Bugüne kadar hayatımı hep ben kontrol ettim, seçimlerim bana aitti. Bugün kahvaltıda ne yiyeceğime, hangi elbiseyi giyeceğime, hangi müziği dinleyeceğime ben karar verdim…”
Bu özgür seçim değil mi?
Oysa hayat her yol ayrımında birkaç seçenekten ibaret değil mi? Bir çocuğun bile önüne birkaç oyuncak koysak, elbet birini seçecektir. Buna özgürlük diyebilir miyiz?Belli bir yaşa gelene kadar hep birilerinin kontrolü altındaydık. Bir yetişkin olmaya başladıktan sonra ise seçebileceğimiz tek şey, içine gireceğimiz çevre oldu. Çevreyi seçtikten sonra “seçim” gibi görünen şeylerin ardında bizi yoğuran çevrenin eli vardır. Çevre tarafından şekillendirilir, yönlendiriliriz. Ve farkında bile olmadan çevren neyse, ona dönüşürüz.
Bugün bizi en çok etkileyen çevrelerden bir tanesi, kullandığımız sosyal medya mecraları. Takip ettiğimiz kişiler; neyi seveceğimize, neyi satın alacağımıza, ne yiyip ne giyeceğimize, hafta sonu nereye gideceğimize, evimizi nasıl döşeyeceğimize, neredeyse her kararımıza yön veriyor. Orada gördüğümüz hayatları taklit etmeye başladık.
Özetle şunu söyleyebiliriz ki: Doğa, her şeyi sanki biz karar veriyormuşuz gibi ustalıkla düzenler. Çünkü bunun böyle olmasını ister. İpler elimizdeymiş gibi hissettirir. Ve biz de bu tatlı illüzyona kapılırız. Ta ki bir gün bu durumun farkına varana dek.
Doğa bu farkındalık için sabırla bekler.Onun herkes için bir planı vardır.Öyle ki çiçek bile vaktinden önce açmaz.
Bir illüzyonun içinde yaşadığını keşfeden, özgür seçiminin olmadığının farkındalığına gelen birisi, hayatı yaşarken bazı noktalarda kafası karışır ve sorular sormaya başlar: Eğer özgür değilsek, her şey önceden planlanmış bir oyunsa ben bu oyunu nasıl oynamalıyım? Tercihlerim ve seçimlerim boşuna mı? Hiçbir şey benim kontrolümde değilse, öylece beklemeli miyim?
Bu dünya, eylemler dünyasıdır. Yani büyümek ve anlayış kazanmak için eyleme geçmemiz gerekiyor. "Ne de olsa hiçbir şey benim kontrolümde değil.” diyerek öylece oturamayız. Bu, kendimizi iptal etmek olur. Bu, doğanın üzerimizdeki gücünü reddetmek olur. Ve kendini iptal eden kişi; hayatta kalamaz, büyüyemez, ilerleyemez.
Bu dünyada yaşarken yapmamız gerekeni yapmak zorundayız. Hasta olduğumuzda doktora gitmek, adli bir durum olduğunda bir avukattan yardım almak, işe gitmek, ailemize bakmak, sorumluluklarımızı yerine getirmek… Bunları iptal edemeyiz.
Yapmamız gereken, düşüncelerimizi harekete geçirmek. Yaşantımız boyunca başımıza gelen her şeyde bir planın parçası olduğumuzu, aslında özgür olmadığımız düşüncesini güçlendirmeliyiz. Bu sayede her anda doğanın üzerimizdeki planını daha iyi anlar bir üst anlayışa çıkarız.