İnsan neden acı çeker?
— “Çünkü istediğini elde edemez.”
— Peki, istediğini neden elde edemez?
— “Çünkü hâlâ almak istiyor, ama vermeyi bilmiyordur.”
Kısacası, günün sonunda hepimiz aynı döngüdeyiz.
Bir şeyleri hedefliyoruz, peşinden koşuyoruz, elde ediyoruz ya da edemiyoruz. Ama içimizde bir boşluk var, sürekli bir tatminsizlik. İşte burada soruyu derinleştirmek gerekiyor:
“Eğer bu kadar gelişmiş, entelektüel ve bilinçli bir çağdaysak…
Neden hâlâ acı çekiyoruz?”
Cevap çok net aslında:
İnsanın doğası hiç değişmedi. Yani teknoloji gelişti, sistemler kuruldu, dünyaya hükmettik, hatta uzaya çıktık ama kendimizi hâlâ kontrol edemiyoruz.
Modern insan kendini “ilerlemiş” zannediyor. Zekâsı yüksek, diploması var, bir duruşu var sanıyor. Para kazanarak, okuyarak, bilimde ilerleyerek geliştiğini ve mutlu bir hayatı yaşamanın bunlara bağlı olduğunu sanıyor.
Ama gerçek şu:
İnsanoğlu hâlâ ilkel arzularının esiri.
Tek fark, bu arzuları farklı maskelerle saklamayı öğrendi.
İlkel insanın ilkel arzuları neydi?
Fiziksel olarak güçlü olmak, lider olmak, hayatta kalmak, egemenlik kurmak ve böylece iç dünyasında güven hissetmekti.
Günümüzde modern insan hâlâ bu arzularla yaşamına devam ediyor. Sahip olduğu unvan, zenginlik, bilgi hep dış dünyasında kurmak istediği lider olmak, güçlü olmak, egemen olmak gibi ilkel arzularından geliyor.
İlkel insan kabilesinden dışlandığı zaman hayatta kalamazdı. Kabilesinden alacağı onay, hayatta kalması için bir garantiydi.
Modern insanın beğeni toplaması, yorum alması, sosyal çevrede “takdir edilmesi” ile ilkel insanın kabilesinden dışlanmaktan korkmasının altında yatan endişeler ne kadar da birbirine benzer değil mi?
İlkel kabilelerde daha fazla yiyecek toplayanın daha güçlü olduğu düşüncesi ile modern insanın para biriktirmesi arasında siz bir fark görebiliyor musunuz?
Net gerçek şu ki ; insan doğası gelişmedi, sadece şekil değiştirdi.
Modern birey artık kılıç kuşanmıyor ama bilgi kuşanıyor. Av peşinde koşmuyor ama statü avcılığı yapıyor.
Mağara değişti, ama içindekiler aynı.
İnsan, maddi dünyayı büyüttü ama içsel dünyasını küçülttü.
Evrenin sırlarını çözmeye kalkıştı ama kendi içindeki karanlığı hâlâ tanımıyor.
Atalarımız, belki bizim kadar bilim üretmediler, yapay zekâları yoktu, Mars’a roket atamadılar ama…
Egoları küçüktü bencil arzuları daha sınırlıydı.
Ve bu yüzden, birbirleriyle doğal bir bağ içindeydiler.
Bugün ise aynı evin içinde yaşayan iki insan bile birbirine çok uzak.
— Depresyon artıyor.
— Boşanmalar artıyor.
— Savaşlar modernleşti ama hiç durmadı.
Krizler gittikçe büyüyor…Neden ? Çünkü insanın özüyle bağı koptu.
İçsel evrim yapılmadan, dışsal gelişim adeta hastalığa dönüştü.
İnsanın ilerlemesi için iki ayağa ihtiyacı vardır:
Bu durum “insanlığın” ilerleyebilmesi içinde böyledir:
Biri maddi ayak diğeri ise manevi ayak.
Modern insan yalnızca maddi ayağını büyüttü:
— Bilim gelişti
— Teknoloji ilerledi
— Endüstri devrimleri geldi
Ama manevi ayağını ihmal etti.
Yani, anlamı, özü, ce yaşamın amacını hiç sorgulamadı.
Sadece tüketti, yarıştı, biriktirdi…
Bugün geldiğimiz noktada insanlık tek ayak üzerinde ilerlemeye çalışıyor.
Ve bu yüzden denge yok, huzur yok, güven yok.
İnsanoğlu, doğanın bir parçası olduğunu unuttu ve doğayı kontrol edebileceğini sandı. Doğaya hükmetmek isterken, aslında kendini harap etti.
Gerçek gelişim, doğaya değil, kendi doğasına hükmetmekle başlar.
Yani egosunu tanımakla.
Egoyu görüp onun ötesine geçmekle.
Ve insanı sadece fiziksel değil, manevi düzlemde de geliştirmekle mümkün olur.
Oysa bugün herkes dünyayı değiştirmek istiyor.
Siyasetçiler, düşünürler, teknoloji devleri, aktivistler, CEO’lar…
Hepsi “büyük sistemleri dönüştürme” hayaliyle sahnede.
Ama asıl değişmesi gereken tek bir şey var:
İnsan.
Yani sen. Ben. Hepimiz.
Çünkü dünya, insanların toplamından ibarettir.
8,5 milyar insanı değiştirmek mi daha kolay,
yoksa bir insanın kendini dönüştürmesi mi?
Cevap belli:
Bir kişiyle uğraşmak, sekiz buçuk milyar kişiyle uğraşmaktan daha kolay.
Ama zoru tercih ediyoruz.
Dünyayı tamir etmeye çalışıyoruz, ama kendimize dokunmuyoruz.
Toplumu eleştiriyoruz, ama kendi ruhsal yozlaşmamızı görmezden geliyoruz.
Nerden başlayabilirsin?
Egonu Tanıyarak.
Onu Maskeleme!
İçine bak… Hayatına bak.
Sürekli tekrar eden problemlerin ne?
Kıramadığın bu döngüde gözünden kaçırdığın, üstünü örttüğün, görmezden gelmeyi onunla yüzleşmekten daha kolay gördüğün şey ne?
Sen, bütün olan insanlık zincirinin bir halkasısın!
Sende başlayacak en küçük bir içsel değişim, diğer halkaları da uyandıracak.
Böylece değişim başlayacak!
Sen değişirsen, dünyada değişecek!
Ve unutma:
Bu çağda en büyük devrim, kendine dürüstçe bakabilmektir.