‘Kalabalıklar içinde yalnız hissettiğimde fark ettim: Asıl özlediğim şey, birinin yanımda olması değildi. Anlamlı bir bağın eksikliğiydi bu. O bağ ki, yalnızca kalpten kalbe kurulur. Ve çoğu zaman, en çok da yalnızlığın içinden geçerken çağırır insanı…’
Dünya üzerine düşündükçe her şey gözümde karmaşıklaşıyor. Yüz binlerce yıl, milyonlarca yaşam, sayısız olay… Sanki hiçbir şey silinmemiş, her biri bir iz bırakmış ve bu izler birbirinden hiç kopmadan bugüne taşınmış.
Böyle bakınca dünya, içinden çıkılamaz bir düğüm gibi görünüyor.
Oysa bu karmaşık yapı, dört temel seviyenin sürekli etkileşimiyle işliyor: cansız, bitkisel, hayvansal ve insan. Ve bu sadece dış dünyada değil, insanın içinde de işleyen bir sistem.
Bunu fark ettiğimde hayretle irkildim. Çünkü taş gibi tepkisiz kaldığım anlar, kök salmak isteyen arzularım, içgüdülerim ve bilinçli seçimlerim… Hepsi bu seviyelerin içimde yaşadığını gösteriyordu.
O an anladım: İnsan sadece doğanın bir parçası değil, onun özeti. Dışarıda keşfettiğimiz her şey, içimizde de var. Ve bu fark ediş, bambaşka bir kapı araladı: İnsanın kendi içine yapacağı yolculuk, aslında bir evreni keşfetmek gibi.
Doğamız gereği benmerkezciyiz. Yıllarca sadece kendi menfaatimi düşünerek yaşadım. Herkesin benim ritmime uymasını bekledim. Uymayanları tek tek hayatımdan çıkardım. Ama farkında olmadan yalnızlığı büyüttüm.
Ve o boşluğu doldurmak için ekranlara sığındım. Bu “oyalanma” bir süre sonra bağımlılığa dönüştü. Şimdi anlıyorum ki, her bağımlılık aslında bir boşluğun üzerini örtme çabası.Ve neyle doldurulursa doldurulsun, yerini dolduramadığı sürece o boşluk hep orada kalıyor.
Yaşam aslında sadece bağlantılardan ibaret. Doğada hiçbir varlık diğerinden bağımsız yaşayamaz. Hücreler birbirine bağlıdır. Organlar iletişim hâlindedir. Güneş, toprak, su… Hepsi birbirine hizmet eder. Doğanın tüm yapısı bağ kurarak işler.
Ama ben, bu sistemin tam tersine yaşıyordum. Kendimi korumak adına uzaklaşıyor, bağ kurmayı erteliyordum. Bedeli ise yalnızlık, kaygı, çatışma… İçimde hep bir direnç vardı. Ve bu direnç, bazen depresyon olarak, bazen ilişkilerde kriz, bazen de toplumda kaos olarak karşıma çıkıyordu.
Bu kopukluğu ben mi tercih ettim bilmiyorum. Ama bu hâlin beni iyi bir yere götürmeyeceğini çok iyi biliyorum. Gittikçe herkesi birer tehdit gibi görmenin, hayatı bir savaş gibi yaşamanın nesi iyi olabilir?
Ve elbette bu durum sadece bana özgü değil. Toplum olarak hepimiz bir fanusun içine kapanıp birbirimize yaklaşmayı reddediyoruz. Depresyonlar, bağımlılıklar, savaşlar, krizler… Bunlar hep “bağ kurmayı reddetmenin” sonuçları.
Giderek bireyselleşen hayatımı başta özgürlük sandım. “Seni üzen kişiyi hayatından çıkar.” “Artık eğlenmiyorsan cevap verme.” “Altta kalma.”
Bu cümleler önce güçlü hissettirdi. Kontrol bendeydi. Ama sonra yalnızlaştım. Kendimi ekranlara gömülmüş, sahte mutluluklara bağımlı buldum.
İçimde bir şey uyanmaya başladı: Yakınlık istiyorum. Güvenmek, paylaşmak, tamamlanmak istiyorum. Hayat sadece kendini korumakla değil, birlikte inşa etmekle anlam kazanıyor.
Bağ kurmak; birbirine tutunmak, birbirini dönüştürmek değil; birlikte yükselmektir. Bir grubun içinde olmak istiyorum: Kırıldığımızda bile, sevgiyle onarıp birlikte büyüyebileceğimiz bir çevre… Her bir tuğlası anlayışla, sabırla konmuş bir yapı.
Ama bağ kurmak kolay değil. Bu kadar bireysel bir dünyada, yakınlık çoğu zaman “kullanılma” korkusu taşıyor. İşte bu yüzden, hem bağ kurmak istiyoruz hem de ondan korkuyoruz.
Ama artık biliyorum: Gerçek bağ, kendini feda etmek değil; kendini fark ederek başlar. Bu eksiklik, doğru bir niyetle buluştuğunda dönüşüm başlar.
Belki de ilk adım, daha fazla dinlemek. Karşımdaki kişi konuşurken ne söyleyeceğimi hesaplamadan sadece dinlemek… Zihnimden değil, kalbimden dinlemeyi öğrenmek.
Biriyle iletişim kurarken, zihnimde yükselen yargıları fark etmeye başladım. “Bu ne kadar yüzeysel.” “Yine aynı şeyleri söylüyor.” Bağ kurmamı engelleyen bu düşüncelerdi.
Artık bu düşünceleri cımbızla çekip kendime sorular sormaya başlıyorum:
Şu an neden böyle düşündüm? Altında kıskançlık mı, korku mu, kibir mi yatıyor? Bu düşünce beni bağa mı, yoksa kopukluğa mı sürüklüyor?
Bazen sadece fark etmek bile, bağ kurmanın ilk adımıdır. Bağ kurmak bir lüks değil, bir zorunluluktur. Çünkü insan, sadece yaşamak için değil, birlikte yaşamak için yaratılmıştır. Ve bağ kurabildiğimiz ölçüde gerçek anlamı, huzuru ve insanlığı hissedebiliriz.