Günümüz toplumları tamamen “sahip olmak” ilkesine göre yaşamaktadırlar. İster kapitalist, ister sosyalist olsun tüm düzenler; mal, mülk, daha çok kazanç tutkusu, açgözlülük, şöhret, iktidar gibi yanlış temeller üzerine kuruludurlar. Sistemlerin yaşayabilmesi için, insan ve onun değerleri, yerini makinelere ve ekonomik gelişimin bürokrasi çarkına bırakmıştır. Bilim ve teknoloji hızla ilerliyor. Yeni Çağın bilimsel ve insancıl anlayışını kaybetmeye doğru yol alıyoruz. İnsan bir araç olarak görülmeye başlandı. Bu sorumsuzca gidişin büyük tehlikeleri ile karşı karşıyayız. İnsanlık yok olma tehlikesi yaşıyor.
Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye sahip olmak onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak mı? Yoksa hiçbir şeyi elde etmeye, kendine mal etmeye ve ona egemen olmaya çalışmadan; her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı, yaşamı ve gelişimi içinde sürdürmek mi? Erich Fromm tam da bununla ilgili iki net kavramı dile getirmişti: “Sahip Olmak ya da Olmak”
Sahip olmak ilkesine göre kurulmuş olan düzenler ve toplumsal sistemler, insanları mutlu etmekten, onları doğru tarafa yöneltip evrimleşmelerini sağlamaktan uzaktırlar. Toplumsal düzeni, sosyal adaleti, ekonomik ve politik kurumları yenilemek, böylece o toplumdaki insanların “olmak” ilkesine göre davranmalarını sağlamakla olur. “Liyakatin olduğu yerde adalet, adaletin olduğu yerde selamet, selametin olduğu yerde de huzur olur” sözü dillere pelesenk ama toplumdaki karşılığı maalesef çok az. İnsanlık; yeni bir ahlak, yeni bir toplum ve yeni bir insan oluşturmayı hedeflemeli. Aksi takdirde yok olacaktır.
Öte yandan dünyamız engellemeler dünyasıdır. Küçük bebekten çocuğa, gençten orta yaşlıya dek hemen herkesin bilgiye ve gerçeğe ulaşmak, bazı şeylere yakınlık duymak yolundaki istekleri ve bunu dile getirmeleri kısıtlanmaktadır. Yetişkin insanlar, içlerinden gelen gerçek isteklerini ve arzularını terk etmeye zorlanıp toplumda kabul gören düşünce ve duygulara uygun davranış kalıplarına sokulmak istenmektedirler. Öyle ki, birçok insan kendi istekleri doğrultusunda davrandığını sanırken, aslında isteklerinin çoktan saptırılıp yönlendirilmiş olduğunun farkına bile varamamaktadır.
Olmak, bir kere olan biten bir şey değil elbette. Her gün yeni baştan başlayan bir süreçtir. Bu her defasında beklenilen kişi olmak yerine gerçekte olunan kişi olmayı tercih etmektir. Sayısız karar ve davranışta kendi otomatizmini kırıp bilinçli bir mod sergileyebilen ancak kendini gerçekleştirebilir.
Yalnızca “sahip olduğun” şeylerden ibaret olduğunu düşünürsen; onları yitirdiğinde, kendini de yitirmiş, kim olduğunu bilmeyecek duruma düşersin. Ne yapması gerektiğinden ziyade, daha çok ne olması gerektiğini düşünmeli insan. Ancak o zaman, tasavvuf ilminin de işaret ettiği gibi: Mârifet sahibi, eşyayı ve ondaki hikmetleri gereği gibi bilen birey olunur.