Geçmiş günlerde ABD başkanı Joe Biden, patent korumasının esnetilmesi çağrısını yaptı. Fikri mülkiyet ya da Covid-19 aşı patenti tartışmalarının yoğun bir şekilde devam ettiği bir ortamda meseleye müdahil olmamak olmazdı.
Aşı üretimi önündeki en büyük engel patent mi yoksa üretim ve saklama kapasitesi mi?
Meseleyi daha doğru yorumlayabilmek için iki durumu da etraflıca analiz etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Çocuk felci aşısının bulunuş hikâyesiyle başlayalım. Dr. Jonas Edward SALK 1952’de aşıyı ilk geliştirdiğinde bu Sinovac gibi ölü virüs aşısıydı. Dr. Salk’a patentini aldınız mı? diye sorduklarında, ki o dönem patent yaklaşık 8 milyar dolar, “Güneşin patenti mi var?” diye yanıt vermiş. Yani bu tip aşılar insanlığın ortak malıdır. Bu işte para pul, hesap kitap olmaz.
Devamlı “tek sorun patentler olmasa dünyada aşı sorunu olmazdı” diyenlere şunu sormak istiyorum: Hem Rus hem Çin aşısı için ülkemiz dahil birkaç ülkeye üretim izni alınmasına rağmen bugüne kadar kaç doz üretildi bu ülkelerde? Bunlarda patent engeli de yok, sorun nedir?
Çin’in ürettiği Sinovac’ın bir patenti yok. Neden başka bir ülkede üretilmiyor? Rusya “gelin üretin Sputnik-V aşısını veriyorum” dedi. 50 ülkeye teklif ettiler. Kimse yanaşmadı. Neden? Aşı üretmek kolay iş değil. Büyük yatırımlar yapmak lazım. Milyar dolarlar yatırsanız dahi en erken 6 ay sonra aşı üretebilirsiniz.
Dünya genelinde kapasitesinin altında üretim yapan tesis yok şu anda. Hepsi harıl harıl çalışıyor. Sadece Almanya, ABD, İngiltere’nin aşı ürettiğini mi sanıyorsunuz. Hindistan, şu an dünyada en çok aşı üreten ülke ve hiçbiri yerli aşı değil. Aşıyı bulan firma kapasitesi yetmiyorsa başka bir ülke ile anlaşır, orada da üretime geçilir. İnsanlar da zannediyor ki formül sır gibi saklanıyor da ondan aşı yetişmiyor. Diyelim daha fazla aşı üretildi. Bu aşıları saklayacak depo yok, soğuk zincirin yok! Gönderdiğin ülkede de bunları güvenle saklayacak teknik altyapı yok.
Elbette patent çözülse aşılar iki günde çoğalmayacak. Kaldi ki patent tartışmalarının popülist bir yaklaşım olduğunu düşünenlerdenim. Aslolan aşı çalışmalarının kamu yararı gözetilerek siyasi erk ve sermayeden bağımsız ve bilimsel kuruluşlarca nesnel zeminde ve doğru adımlar atılarak yürütülmesidir.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), virüsün yayılımının durdurulabilmesi için nüfusun yüzde 60 ile 70’inin bağışıklık kazanması gerektiğini söylüyor. Dünya nüfusunun şu anda yaklaşık yüzde 4’ü aşılandı.
Aşı birileri için ciddi bir rant kapısıyken insanoğlu için yaşam kurtaran bir buluştur. Gelinen aşamada merkez kapitalist ülkelerin, toplumlarını hızla aşılamaya devam ettiklerini görüyoruz. Yoksul ülkelere ise yardımseverlik yaklaşımının bir ifadesi olan Covax girişimi aracılığıyla sadece 49 milyon doz aşı dağıtımı yapılabilmiş.
Eğer bugün aşı eşitsizliğini çözemezsek bu işten kurtulmamız mümkün değildir. Koronavirüsün Fransa’da, ABD’de, İngiltere’de bitmesi ancak Asya’da, Afrika’da devam etmesi başınızın beladan kurtulamayacağı anlamına gelir. Yoksul ülkelerin bu aşıya ulaşması şarttır.
Aşı tedariki bir insan hakkı sorunudur, temel haktır. Bugün aşı ve sağlık politikası geleceği belirliyor. Temel hak ve özgürlükler sürrealite değildir, realitenin ta kendisidir.