Tarih boyunca bildiğimiz iki uslu şirket vardır. Bunlardan birincisi İngiliz Doğu Hindistan (East IndiaCompany) Şirketi diğeri ise Hollanda Birleşik Doğu Hindistan Şirketi. Bunlar iki yüz yıl boyunca dünyayı ellerinde oynatmışlar. Günümüzde de ekonomik-sosyal sistemin temelini oluşturmuşlardır. Sermaye ve para piyasaları bu iki şirket etrafında oluşur. Bunu niye söylüyorum? Bu iki şirket de aslında baharat ticareti yapmak üzere kurulmuşlardır. Kısa adı EIC olan İngilizmenşeili şirket, amiyane tabiriyle çay fidanlarını Çin’den çalarak Hindistan'da yapmaya başlıyor. Çay o dönem o kadar önemli ki dünyanın hakimiyetini elinde bulunduran EIC şirketi, çayı Hindistan'da yaparak bu şekilde dünyaya çayla hakim olmak istiyor. Bu şirket bir tarafa Opium satarken karşılığında da çay alıyor, bu şekilde hakimiyetini iyice güçlendiriyordu. İlgilileri bilirler; Doğu-Hindistan kampolyosu…
1700’lere kadar İngiltere’de ipek, pamuk ve tekstil ithalat ürünlerinin başını çekiyorken daha sonra bunların yerini bir dönem çay almıştır. Biz Hindistan’da üretilip Avrupa’ya sunulan işte bu ürünleri hint çayı, seylan çayı olarak biliyoruz. Fakat bunlar çalıntı çaydan türev çaylardır. Çayın aslı, yeşil çay. Siyah çay fermente edilerek meydana geliyor. İlk olarak fermente edilmemiş yeşil çay, sonra oolong, sonra da siyah çay var olmaya başlıyor fermente edildikçe... İlginçtir çay ilk İngiltere'ye gittiğinde sadece erkekler tarafından tüketiliyor. HattaBBC’deki bir makaleye göre Kraliçe Catherine Braganzbir takım kadın aristokratları saraya davet edip onlara çay ikram ediyor. Böylece çay kadınlar arasında kabul görmeye başlıyor. Catherine, İngiltere’ye gelmeden öncede çay tüketiliyordu, ama pek yaygın değildi. Genellikle ilaç olarak tüketiliyordu. Sarayı taklit etme sayesinde aristokratlar artık çay içer olmuştur. A Social History of Tea ( Çayın Sosyal Tarihi) kitabının yazarı JanePettrigrew; “Hollandalılar getirinceye dek biz İngilizler çayı bilmiyorduk. Şeker kaşığı, fincan, porselen demlik diye bir şey yoktu. Bütün bunları Çin’den kopyaladık” der. Bizde genellikle çay çok kadim bir kültürmüş gibi biliniyor. Halbuki ilk fabrikanın kurulmasıve çay faaliyetinde bulunması 1948… Aktarlarda ilaç olarak kullanılırdı çay. Yani çayın yaygınlaşmasının daha yüzyıllık bir geçmişi bile yok. Karadeniz’de de keza öyle… Gürcistan’dan insanlar getirildi, alan tahsisi, vergi muafiyeti, bedava fide dağıtımı vs… Tüm bunlarla beraber ülkemizde çay yeni yeni yaygınlaşmaya başlanıldı. Kısacası çay, tarihi açıdan milli bir ürünümüz değildir. Tüketim tekniği açısından da Rusları taklit eden bir teknikle biz çayı tüketiyoruz. Önce konsantre sonra da konsantrenin seyretilmesi ile tüketiyoruz; yani Semaver... Ama tüketirken iletişime yarayan bir içecektirçay. Gerçi Godard'ın dediği gibi; “İletişimin her türlüsü var ama kendisi yok” anlayacağımız gibi.
Kahve ise tarihi açıdan çaya göre çok daha fazla geçmişi olan bir içecektir. Bizde de aynı şekilde Osmanlı döneminde Yavuz Sultan Selim’e, Yemen Valisi Özdemir Paşa tarafından tanıtılmasıyla kahve tüketilmeye başlandı. Böylece sevilen bir içecek olmuştur. Öyle ki sarayda “kahveci başı” rütbeli bir çalışan bile olmuştur.
Bunlar aslında birbirlerinin karşıtları değiller, birbirlerinden farklı içeceklerdir. Toplumda maalesefböyle bir ayrışma var. Çay severler, kahve severler olarak hafif böyle ideolojik bir kamplaşmaya dönüşmüş bir ayrışma... Bir kesim çayı sahiplendi bir taraf isekahvenin en son halini... İki taraf ta uzaktan birbirbirlerine hafif diş gösteriyor gibi.
Biz zenginliklerin çeşitliliği ile beslenmek yerine rekabet ve oradaki kazanma duygusunu tercih ediyoruz maalesef.
Ben burada ilginç bir şeye daha dikkatinizi çekmek istiyorum; önce Amerika Birleşik Devletleri sonra Kore,Çin ve İngiltere’nin çay ve kahve çıkış hikayelerinebaktığımızda, günümüzde çantamızdan, elimizden ya da cebimizden eksik etmediğimiz, bizleri nikotinyoksunluğundan beter hale getiren sermayeleri olan akıllı telefonla benzerlik göstermiyor mu? Tüm bunları, temel bir ihtiyaçtan ziyade hayatımıza estetik katan araçlar olarak görmemiz gerektiğini unutmamamız gerekiyor.