Ruhunun tılsımı içindi bir sonraki yolculuğu.
Ve yolculuğun tınısıydı bu seferki.
Duydukları da en az gördükleri kadar somutluğun pınarından alırdı nasibini.
Biri kaşıkla alırken diğeri bardakla alırdı. Tek fark buydu.
Ruhlar farklılıkların dünyasına gebe kalırdı.
Gelgitler, dengeyi kurmak için verilen savaşlar ise sancılardı.
Dış müdahaleleri suni sancı olarak nitelendirmekten bir an olsun çekinmiyordum.
Varlığın şartı bas bas bağırıyor, sesini duyurmak için çırpınıyordu.
Hissedebilmekten geçiyordu tahminleri doğru yönde ilerlemişti bu sefer.
Duygusuzluğun toprakları verimsiz ve kurak olmaya mahkum olur, hissizliğin var olduğu her yerde de yok oluşa doğru bir yol hüküm sürerdi.
Dinamikliğin çarmıhında gerilmeyen çark da zamanla işlevsizliğin kölesi olurdu.
Dördünde de hedefe ulaşmış da sonuncusu sırra kadem basmış gibi bir hava seziyordum.
İşlevsizliğini biraz da buna bağlamıştım, alnına çakamadığımız o son çiviye...
Her ne kadar başkaldırının gölgesine sığınsa da geliş açısı her daim aynı kalmıyor, güneş işleri bozmak için elinden geleni yapıyordu.
Doğasına her dokunan başka bir ruh ise sismik dalgalara benziyordu nazarımda.
Kiminin enerjisi dağları devirir kimininki ise yaprak oynatamazdı.
Duyguların silsilesi çıkmıştı sahneye ben de buradayım dermişçesine.
Varlığının kanıtlanmaya ihtiyaç duyduğu fikri sarmaşık gibi dolanmıştı aklının en ücra köşelerine bile.
Soyutluğun şahlanışı beliriveriyordu az sonra, biraz gözlerini kısan herkes görebilirdi.
Dizginleri ele alan ruhu da çoktan yerini almıştı, gevşemiş yönetimi sıkı sıkıya tutmak için.
Dominantlığın haykırışları yükseliyordu gökyüzüne.. İstenmeyen her hissi gözaltına almak için...
Her akış beraberinde sayısız varlığı getirirdi. Ve her getiri de zıttına dönüşüp birer götürüye...
Kronometreyi çalıştıran basılmış küçük bir düğmeden fazlası olmaktan çıkmış, emirler yağdıran başkomutanlara dönüşmüştü.
Bundandır ki çoğu zaman bedenler ruhların kuklalarıydı.
Figürler de tam anlamıyla karakterleri simgelerdi.
Mimikler, davranışlar ipleri elinde tutanın istediği şekilde gösterilirdi, tıpkı hayatın içindeki olaylar gibi...
Evrene düşen rol de seyirci olmaktı.
Yüz ifadesine bakınca anlıyordun içinde bulunduğu durumdan mütevellit duyduğu memnuniyeti.
Analiz edebilme sanatının kapılarını aralayıp gördükçe daha da fikir sahibi oluyordu ruhlara dair.
Kim bilir belki de bu en güzel düşünce birikimiydi...
Bihaber...