Sessizliğin rıhtımından kalkarmış kelimelerin şahlanışı..
Karanlığın yankısı da fısıldadıkça zihninin en ücra köşesine bile saldırmaya yemin etmiş bir edayla işinin başında bitermiş.
Tecahül-i arif kadar nazik ve nüktelerin varlığına sahip olduğu için duyduğu minneti saklayamayacak kadar da içtendi.
Endişeli, kızgın ve dahası hoyrattı...
Bir hışırtı, bir haykırışın hareketliliği hakimdi gecemin sokaklarında.
Kasvetli bir havanın betimlemeye çalıştığı şeydi şairin üstündeki gerginlik.
Gözlerindeki yorgunluktan dökülen sözlere şahit olmuştum.
Her dalışı bir şeyi hatta birçok şeyi anlatmak istiyordu.
Kulaklarım, gözlerim dört gözle ortak olmak için baş köşeye kurulmuştu bile.
Yok saymaların, kaçışların yurduydu burası. Salon kulaksızların, oturma odası körlerin ve misafir salonu da bilmezlerin sığınağıydı.
İpini koparan göçüp gelmişti ta uzak diyarlardan.
Gelmişti diye nitelendirmek de trajedi için hedefi tam on ikiden vurmaya benziyordu.
Rotasız kaçaklardı. Sokaklarım yönünü kaybetmiş insan kaynıyordu.
Haritaları ellerindeydi aslında. En doğru yol aklın ve kalbin çizgisinden geçerdi.
Kalpsiz insan da pusulasız haritaya benzerdi .
Ruhun da pusulası gerçeklikti.
Mutlak hakikat denen şey asla yönünden sapmazdı.
Hakikatin mahkemesinde kırılan onca kalemin parçacıkları vardı hala.
Biraz mutluluk biraz da hüzün bulaşmıştı cübbeme.
Bu en temiz kirdi. Mutluluğum yankılanıyordu sonra.
Bir kalabalığın dinginliği kadar dengesizi, hissiyatların medceziri kadar da alışılmışı oynamayı seviyordum.
Sevdiklerimi , belki sevmediklerimi tasvir ediyordum çoğu zaman.
Hangi kefe ağır basıyordu orası aşikardı. Bütün bu bilinmezliklerin içindeki bir çukurdum ben.
Bu en haklı kabullenişti...