Sezgilerin kölesiyiz çoğu zaman, çoğu zaman da sezemediğimiz şeylerin.
Zihnim koca bir okyanus düşüncelerim ise ona doğru akan birer ırmaktı.
Var olduklarına dair kanıt diye sunulmaktan pek bi memnun haldeydiler.
Yüzlerindeki çizgilerdi onları ele veren daha çok.
O memnuniyeti okuyabilmek için kör olmaktan daha büyük bir sorun gerekiyordu anlaşılan.
Derinlere dalıyordum. Aklımın okyanusu girdaplara misafirperverlik yapmaya yemin etmişti adeta.
Her selam verişimde biri çekiyordu içine.
Derine sonra daha da derine giriyordum. İlerledikçe kayboluyordum.
Kendimi bulurum diye çıktığım yolun sonuna doğru geliyordum.
Fevkalade bir son yazıyordum aslında.
Açık hava sahnesine taşıyordum bir nevi.
Her seyirci bir gurur ve dolan her sandalyenin yüzüme yerleştirdiği mutluluğu , heyecanı iliklerime kadar hissediyordum.
Sahiplenme duygusunu dibine kadar hissettiriyordu bana.
Alışıyordum sonra. Bırakmak her geçen dakika daha da zorlaşıyordu.
Bir çocuğun şımarıklığı giriyordu malikaneme.
Ayrılığın çanlarını çalmasın diye ilgiyi hat safhaya çıkarmaktan gram tereddüt etmiyordum.
Nafile biliyorum. Vedalar selamlıyordu aklımın sularını. Ben buradayım dermişçesine.
Vedalar muhterem olan vedalar...
Sonun ve sonsuzluğun değerini arşa taşıyan varlıklardı sözcükler.
Onları gökyüzünden yeryüzüne taşıyan yağmur damlaları ise köprüydü.
Bu köprü arasındaki bir teleferikti insanoğlu.
Çoğu zaman halatları sonuna kadar zorlayan bazen de işini layığıyla yapanlardı.
Her sahip kendi köprüsünün emrindeydi.
Sonsuzluğun köprüsüne..