Acının topraklarında boy vermek için serpiştirilen tohumların kaderini yaşayanların ülkesiydi burası.
Biraz hüzün. biraz keder su yahut güneşin görevini üstlenmekten mütevellit yaşadığı gururu saçıyordu etrafına.
Bu acının çığlıkları hem çocuklarımızın hem kadınlarımızın ağzından dökülen sözlerle harmanlanırdı.
Korkunun dünyasına doğmuş bir çocuğun da kadının da gücü yoktu.
Fiziksel, fizyolojik ve psikolojik açıdan evlilik ve çocuk doğurmak gibi eylemlerin sorumluluğu sırtına yüklenen çocuk gelinler çaresizliğin umutsuzluğun kitabını yazmaya mahkum ediliyordu.
Kollarına verilen bir bebek, yüzlerine sürülen ki ruj ve rızaları olmamalarına karşın eş diye hayatlarına sıkıştırdıkları bir adam çocukluklarına yapılmış bir hakaret, hırsızlıktı.
İhmal ve istismarın boyutunu daha ne kadar irdelemeliyiz bilmiyordum.
Tek bildiğim o gözlerdeki korku, endişe, çaresizlik ve dahası yitirnmiş bir gençliğin sönüşünü gördüğümdü.
Toplum olarak daha çok şeyi irdelemeliydik.
Değiştirmek için savaşmalı, belki o gözlerdeki korkunun yerini umuda bırakmak için birlik olmalıydık.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma şahin, kamuoyuna yaptığı bir konuşmasında, "Daha kendileri çocukken çocuğunun olmasını asla tasvip etmiyoruz. Aile trajedilerinin önüne geçmek için mücadele edeceğiz" diyor.
Gereği neyse yapılmalıydı bu hususta.
Gelenek, görenek deyip olayın psikolojik boyutu sosyolojisi ileri sürülüp hafifletici nedenlerle salmak çözüm değil körükleyen nedenin ta kendiydi...