Zamanın yırtılan perdesinden süzülüyordu bu seferki haykırışlar.
Çok derinlerden geliyordu. Tıpkı şarjı azalmış bir oyuncağın son çırpınışları gibi...
Sükutun istifasının getirisiydi bu.
Belki de sessizliğin köleliğinden azat edilmişliğin zaferi..
Duygular, düşünceler de geçmiş ile geleceğin içinden devşirirdi.
Bu belki de en işlevsiz dönüşümdü.
Gelecek geçmişten gelen bir yansıma olarak bilinirdi.
Şimdiki zaman ise gelecek zamanın sonunu getiren son dakika düdüğünü çalıyordu.
Her şey her şeyin sonu, biraz da başlangıcını getiriyordu.
Ruhun sismik alarmı dakikliği konusunda övünecek en son şahıstı.
Çok nadir zamanı on ikiden vuruyordu.
İçerisinde çırpınıp tutunmaya çalıştığı bu ablukayaydı bütün kini.
Her anahtarla her kapı açılmıyordu yarısı elinde kalınca anlıyordun.
Attığın her kulaç da seni ileriye taşımak için vardı sanman kadar boş beklentilerin esirleri bayrak sallıyordu şimdi de.
İlerliyor sandığının bile kesinatı yoktu.
Hangi pencereden baktığınla alakalı değişim göstermeye yemin etmiş bir havası vardı.
Aynı yöndeysen zafer bayraklarını asışının mutluluğu beliriveriyordu gözlerinde.
Ama farklı yönden baktığın zaman zıtlıkların girdabında buluyordun kendini.
Oraya girdiysen çıkış yolu da en az dipsiz bir kuyu kadar müphemdi.
Hakikat yanlışlıkların, varoluş yokluğun celladıydı.
Hüküm istediğin zaman çıkarıp üşüyünce omzuna atacağın bir ceket değildi.
Giyildi mi geri dönüşü olmayan bir olguydu.
Bir sis bulutu beliriveriyordu gözlerimin ufkunda.
Netliğinin kısıtlı olmasındaki en büyük etkendi uzakta olması, belki de buz dağının görünmeyen kısmı kadar sinsi bir geriye saklanıştı...